Çeviri I Kaçak Bir Puma Pumalar Amerika'da bulunan büyük, kedi türü hayvanlardır. Londra Hayvanat Bahçesine Londra'nın 45 mil güneyinde bir puma görüldüğü raporları geldiğinde söylenenler ciddiye alınmamıştı. Ancak kanıtlar çoğaldıkça Hayvanat Bahçesindeki uzmanlar durumu inceleme mecburiyetinde hissettiler, çünkü* pumayı gördüğünü iddia eden insanların verdiği tanımlar olağandışı bir şekilde benzerdi. Puma avı, böğürtlen toplayan bir kadının hemen 5 metre ötesinde 'büyük bir kedi' gördüğünü söylediği küçük bir köyde başladı. Kadın onu gördüğünde hayvan hemen kaçmıştı ve uzmanlar, bir pumanın köşeye sıkıştırılmadığı sürece bir insana saldırmayacağını onayladılar. Arayış zor görünüyordu, çünkü çoğu defa sabah vakti bir yerde, akşam ise yirmi mil uzakta başka bir yerde gözlemleniyordu. Gittiği her yerde arkasında ölü geyik ve tavşan gibi küçük hayvan izleri bırakıyordu. Sayılı yerlerde pati izleri görüldü ve çalılara takılı puma kürkü bulundu. Birçok insan geceleri 'kedi benzeri gürültüleri' hakkında şikayetçi oldu ve balık tutmaya giden bir iş adamı pumayı bir ağacın üstünde gördü. Uzmanlar artık hayvanın bir puma olduğundan emindi, ama bu hayvan nereden gelmişti? Ülkede hiçbir hayvanat bahçesi kaybolan bir puma rapor etmediğine göre bu hayvan özel bir koleksiyoncunun mülküydü ve bir şekilde kaçmayı başarmıştı. Arayış haftalarca sürdü fakat puma yakalanılamadı. Tehlikeli bir vahşi hayvanın hala sakin kırsal bölgede özgür geziyor olma düşüncesi rahatsızlık verici. On Üç Eşittir Bir Bizim mahalle rahibi her zaman ya şu nedenle ya bu nedenle para toplar fakat asla(bir türlü) kilisenin saatini tamir ettirmeye yeterli para bulamadı. Önceleri sabah akşam her saat çarpan büyük saat savaş sırasında hasar görmüştü ve o zamandan beri sessizdi. Rahip bir gece yatağından sıçradı, saat çarpıyordu! Kol saatine bakınca saatin bir olduğunu gördü fakat zil on üç defa çarpıp durmuştu. Eline bir meşale alan rahip saat kulesine çıkıp ne olduğunu görmeye gitti. Meşale ışığında gözüne anında, mahallenin manavı, Bill Wilkins olarak tanıdığı adam ilişti. 'Burada ne yapıyorsun Bill?' diye sordu rahip şaşkınlıkla. 'Çanı tamir etmeye çalışıyorum.' diye cevapladı Bill. 'Artık haftalardır her gece buraya çıkıyorum. Anlarsın ya, sana bir süpriz yapmak istedim.' 'Şüphesiz ki beni şaşırttın!' dedi rahip. 'Muhtemelen köydeki herkesi de uyandırmışsındır. Yine de çanın tekrar çalışmasına sevindim.' 'Sorun da o ya' diye cevapladı Bill. 'Gayet iyi çalışıyor ama korkarım saat birde ön üç defa çarpaçak ve bu konuda elimden gelen hiçbir şey yok.' 'Buna alışacağız, Bill.' dedi rahip. 'On üç, bir kadar iyi değildir, ama hiç yoktan iyidir. Hadi şimdi aşağı inelim de birer fincan çay içelim.' Bilinmeyen Bir Tanrıça Bir süre önce, Ege'nin Kea adasında arkeologlar tarafından ilginç bir keşif yapıldı. Amerikalı bir takım Ayia Irini'nin burnunda yer alan antik bir şehirdeki bir tapınağı keşfe çıktılar. Şehir bir zamanlar refah halinde olmalıydı, çünkü yüksek seviyede bir medeniyete sahiplermiş. Genellikle üç kat uzunluğundaki evler taştan inşa edilmişti. Duvarları güzelce dekor edilmiş geniş odaları vardı. Hatta dar sokakların altlarında bulunan birçok kilden boruya göre şehir bir kanalizasyon sistemiyle bile donatılmıştı. Arkeologların keşfe çıktığı tapınak M.Ö. 15. yüzyıldan Roma dönemine kadar bir ibadet yeri olarak kullanılmıştı. Tapınağın en kutsal odasında, on beş tane heykelin parçaları bulundu. Bunlardan her biri bir tanrıçayı temsil ediyordu ve bir zamanlar boyanmışlardı. Heykellerden birinin vücudu M.Ö. 15. yüzyıla ait kalıntılar arasında bulundu. Kaybolan kafası ise M.Ö. 5. yüzyıla ait kalıntılar arasında çıktı. Bu kafa Klasik Dönem'de bulunmuş ve özenle korunmuş olmalıydı. O zamanlarda bile çok eski ve değerli bir şeydi. Arkeologlar parçaları tekrar birleştirdiğinde, bu tanrıçanın gayet modern bir kadın heykeli çıkması karşısında hayrete düştüler. Heykel, bir metre uzunluğunda ve elleri belinde duran bir kadındı. Üstüne uçları yerlere değen uzun bir etek giyiyordu. Muazzam yaşlılığına rağmen cidden zarifti ve henüz arkeologlar tanrıçanın kim olduğunu ortaya çıkaramadılar. Alfred Bloggs'un Çifte Yaşamı Bu günlerde beden işçiliği yapanlar masabaşı çalışan memurlardan çok daha fazla para kazanıyor. Ofis çalışanlarına genellikle işe giderken beyaz gömlek giymeleri ve kravat takmaları gibi basit bir nedenden ötürü genellikle "beyaz yakalı" deniyor. İnsan doğası (öyle tuhaftır ki/) gereği pek çok kişi beyaz yakalı olmanın ayrıcalığı için daha yüksek maaş almayı feda ediyor. Bu da Ellesmere Şirketinde çöpçülük yapan Alfred Bloggs olayı gibi ilginç durumlara yol açabiliyor. Alf evlendiğinde karısından kadar utanıyordu ki ona yaptığı iş hakkında hiçbir şey diyememişti. Kadına sadece bir şirkette çalıştığını söyledi. Her sabah evden, üzerinde güzel siyah bir takım elbiseyle ayrılırdı. Sonrasında üstüne işçi tulumunu giyip günün sekiz saatini çöpçülük yaparak geçirirdi. Akşam evine dönmeden önce işyerinde bir duş alır ve siyah takım elbisesini tekrar giyerdi. Alf bunu iki sene boyunca sürdürdü ve iş arkadaşları onun sırrını açığa vurmadılar. Alf'in karısı, bir çöpçüyle evlendiğini asla öğrenemedi ve öğrenemeyecekti, çünkü Alf başka/yeni bir iş bulmuştu. Yakında bir ofiste kıdemsiz bir memur olarak çalışıyor olacaktı. Eskiden kazandığının yarısı kadar kazanacaktı, ama statü olarak yükselişinin bu paraya değer olduğunu düşünüyordu. Bundan itibaren takım elbisesini bütün gün giyecek ve diğerleri ona "Alf" değil, "Bay Bloggs" diye seslenecekti. Bilgiler Dergi ve gazete editörleri, okuyucularına önemsiz bilgi ve istatistikler aktarmak için genelde aşırı yöntemlere kaçarlar. Geçen sene tanınmış bir dergi, bir gazete yazarından Başkan'ın yeni bir Afrika ülkesindeki sarayı hakkında bir makale yazmasını istedi/görevini verdi. Makale eline ulaştığında editör ilk cümleyi okuyup makaleyi yayına sürmeyi reddetti. Makale, //şöyle başlıyordu:"---."// "Başkan'ın sarayını çevreleyen yüksek duvara yüzlerce basamakla ulaşılıyordu." diye başlıyordu. Editör gazeteciye hemen bir telgraf gönderip tam olarak kaç basamak olduğunu ve duvarın yüksekliğini öğrenmesini istedi/görevini verdi.. Gazeteci derhal bu önemli bilgileri edinmek için yola çıktı, ama bun bigileri iletmesi uzun bir zaman aldı. O sırada dergi yakında basına gönderileceği için editör sabırsızlanmaya başlamıştı. Gazeteciye iki acil telgraf daha gönderdi fakat cevap alamadı. Gazeteciye bir tane daha telgraf gönderip eğer yakında cevap vermezse kovulacağını söyledi. Gazeteci tekrar cevap vermeyi başaramayınca/-dığı için, editör makaleyi, isteksiz de olsa asıl yazıldığı şekilde baskıya yolladı. Bir hafta sonra, editör sonunda gazeteciden bir telgraf almıştı. Zavallı adam tutuklanmakla kalmayıp üstüne hapishaneye atılmıştı. Ancak en azından bir telgraf göndermesine izin verilmiş, editörü başkanın sarayını çevreleyen 4.5 metrelik duvara uzanan 1084 basamağı sayarken tutuklandığı hakkında bilgilendirmişti. Kır ve Yürüt Piccadilly yakınlarındaki meşhur çarşıdaki pahalı dükkanlar henüz açılıyorlardı. Sabahın bu saatinde, çarşı hemen hemen boştu. Kuyumcu dükkanının sahibi, Bay Taylor yeni bir vitrine hayranlıkla bakmakla meşguldü. Saat sekizden beri yoğun bir şekilde çalışan iki asistanı işlerini henüz bitirmişlerdi. Elmas kolye ve yüzükler siyah kadife bir arkaplan önüne güzel bir şekilde serilmişti. Vitrini dakikalar boyu izleyen Bay Taylor, dükkanına geri döndü. Farları açık, büyük bir aracın gümbür gümbür korna basarak çarşıya dalmasıyla sessizlik bozulmuştu. Kuyumcunun önünde istop etti. Adamlardan biri direksiyondayken yüzlerinde siyah çorapları diğer ikisi demir çubuklarla dükkanın camlarını kırdılar. Bunlar olup biterken Bay Taylor üst kattaydı. O ve çalışanları pencereden hırsızlara dükkandaki eşyaları atmaya başladılar. Masa ve sandalyeler caddeye uçuyordu. Hırsızlardan birisine ağır bir heykel çarptı ama kendini elmasları çalmaya o kadar kaptırmıştı ki hiçbir acı hissedemiyordu. Baskın üç dakikada tamamen bitmişti çünkü adamlar çırpınarak arabaya atladı ve araba inanılmaz bir hızla uzaklaştı. Deli/Çılgın Çocuklar genelde büyüklerinden çok daha fazla duygusallığa sahiptir?. Bu gerçek, Kanada'daki bir sivil savunma tatbikatında ispat edildi. Kasaba sakinlerinin çoğu şehirleri bombalanmış gibi rol yapacakları bir tatbikatta yer almaları istendi. Hava-saldırısı sirenleri çaldı ve binlerce insan hava-saldırısı sığınaklarına girdiler. Doktor ve hemşireler yüzeyde kaldılar ve polisler insanların sığınaklardan erken ayrılma ihtimaline karşı sokakları devriye geziyordu. Vatandaşlar tatbikatı ciddiye aldığı için polise pek bir iş düşmedi. Yirmi dakika boyunca yeraltında kalıp sirenlerin tekrar çalmasını beklediler. Hava-saldırısı sığınaklarından çıktıklarında, doktor ve hemşirelerin yoğun/harılharıl çalıştıklarını gördüler. Büyük sayıda insan yaralı rolü yapmak için gönüllü olmuştu. Yaralanmaların gerçekçi görünmesi için yapmacık/abartılı makyaj ve sahte kan kullanılmıştı. Sokaklarda birçok insan yerde 'ölü' bir şekilde uzanıyordu. Hayatta kalanlar ölü ve yaralıları taşımaya yardımcı oldu. İki yetişkin altı yaşında bir çocuğu getirdiler. Çocuk ölü rolü yapıyordu. Bazı insanlar bu manzara karşısında duygulanıp ağlamaya başlamıştı. Ancak çocuk birden doğruldu ve bir doktor ona ölümü hakkında yorum yapmasını istedi. Çocuk bir anlığına etrafına baktı ve dedi ki, 'Bence bunlar çıldırmış!'. Meşhur Bir Manastır Büyük St Bernard Geçidi İsviçre'yi İtalya'ya bağlar. (Orası) 8114 feet yüksekliğiyle Avrupanın en yüksek dağ geçididir. 11. yüzyılda kurulan, meşhur St Bernard manastırı da oranın yaklaşık bir mil uzağında kalır. St Bernard köpekleri yüz yıllar boyunca bu tehlikeli geçitten geçen yolcuların hayatlarını kurtarmıştır. Oraya ilk olarak Asya'dan getirilmiş bu dost canlısı köpekler, Roma döneminde dahi bekçi köpekleri olarak kullanılıyordu. Artık dağın içinden geçen bir tünel inşa edildiği için geçit o kadar tehlikeli değildi fakat yine de bir yolcunun başı derde girer diye köpekler her sene dağa salınır. Yeni yapılan tünele rağmen hala birkaç düşüncesiz insan geçidi yaya olarak geçmeyi deneyebiliyor. Geçitten arabayla gelen binlerce insandan ötürü, manastır yaz ayları boyunca çok işlek olur. Etrafta bu kadar çok insan olunca da köpekler kapalı bir bölgede muhafaza edilirler. Ancak kış zamanı manastırda yaşam oldukça farklıdır. Sıcaklık -30 dereceye kadar düşer ve geçitten çok az insan geçmeye kalkışır. Keşişler mahremiyet nedeniyle kışı yaza tercih ederler. Köpekler de kapalı alandan çıkıp gezmelerine izin verildiği için daha özgür olurlar. Kış vakti, manastırı sadece Noel ve Paskalya'da gelen kayak grupları düzenli olarak ziyarete gelir. Bu dağın huzurluluğuna düşkün genç insanlar St Bernard Manastırında her zaman sıcak bir şekilde karşılanırlar. Mars'ta bir Gezi Şuanda bir roket Mars'a giden 350 milyon mil yolculuğuna atılmış olacak ve bilim adamları bunun nasıl sonlanacağını görmek için can atıyor olmalı. Roket, Mars'a ulaşana kadar dokuz ay boyunca yolculuk yapıyor olacak. Roketin içinde kamera dahil, bazı bilimsel araç gereçler bulunuyor. Çekilen herhangi bir fotoğrafın dünyaya ulaşmadan önce üç hafta geçmesi gerekecek. Eğer çekilen fotoğraflar başarılı olursa Mars hakkında bazı sorunlara çözüm olabilir ve gezegenin yüzeyindeki, yaklaşık 100 yıl önce gökbilimci Schiaparelli'nin kanala benzettiği işaretler hakkında bize bilgi sağlayabilir. Mars'a herhangi bir şekilde iniş yapılabilmesi için daha uzun bir zamana ihtiyacımız var. Bilim insanlarımız bu gezegeni örten atmosfer hakkında çok daha fazla şey öğrenmeden bu mümkün değil. Bir gün Mars yörüngesine bir uydu atılabilirse bilim insanları çok önemli derece bilgiler edinebilecektir. Mars atmosferini ölçümleme hakkında ilginç bir öneri ortaya konulmuştu. Uydudan, içinde telsiz vericisi bulunan kauçuk bir top atılması ve bu topun gezegenin yüzeyine düşürülmesiydi. Öneriye göre verici sinyali derecelerine bakarak atmosferin ne kadar yoğun olduğu hesaplanabilir. Hatta içinde bilimsel araçların bulunduğu bir kapsül düşürmek de mümkün olabilirdi. Ancak ciddi derecede yeterli bilgi edinebildiği zaman Mars'a insanlı bir gezi mümkün olabilir. Titanik'in Kaybı Büyük Titanik gemisi 10 Nisan 1912 tarihinde Southampton'dan New York'a yelken açmıştı. Geminin 1316 yolcu ve 891 kişiden oluşan bir tayfası vardı. 66,000 ton ağırlığındaki Titanik günümüz standartlarına göre bile devasa bir gemiydi. Ancak o zamanlar hem yapılan en büyük gemi hem de, su geçirmez on altı kopartmanıyla batması imkansız bir gemi olarak değerlendiriliyordu. Bunlardan ikisi su bassa bile gemi yine de su üzerinde durmaya devam edebilirdi. İlk yolculuk seferinde ağır can kaybı neticesinde batması bu olayı akıllarda her zaman kalıcı bir facia kılmıştır. Titanik, denize açıldıktan dört gün sonra, Kuzey Atlantik'in buzlu sularından geçerken, aniden gözcülerden biri dev bir buzdağı tespit etti. Uyarı verildikten sonra, büyük gemi buzdağıyla kafa kafaya çarpışmamak için keskin bir dönüş yaptı. Titanik tam zamanında dönmüştü, yanındaki 100 feet yüksekliğine uzanan buz duvarını kılpayı ıska geçmişti. Birden geminin altından hafif titreme sesleri gelmeye başladı ve kaptan ne olduğunu görmek için aşağıya indi. Sesin zayıflığından ötürü kimse geminin hasar gördüğünü düşünmemişti. Aşağıda Titanik'in on altı kompartımanından beşinin su bastığını ve geminin hızla batıyor olduğunu görünce kaptanın yüreği ağzına geldi. Gemiyi terk etme emri verilmiş ve yüzlerce insan can havliyle buzlu sulara dalmıştı. Herkese yetecek kadar cankurtaran botu olmadığı için 1500 kişi hayatını kaybetti. Suçsuz Gümrükten geçmek yorucu bir iştir. Bu işin en tuhaf yönü dürüst insanların çoğu zaman suçlu çıkarılması. Öte yandan deneyimli ve işini bilen bir kaçakçı, çantasında beş yüz altın saatle bile geçerken hiç böyle sıkıntılara girmez. Geçenlerde yurtdışından dönerken aşırı derecede işgüzar davranan genç bir gümrük memuru bana kaçakçı muamelesi yapmıştı. Gözümün içine bakarak, 'Belirtmek istediğiniz bir şey var mı?' diye sordu. Kendimden emin bir şekilde 'Hayır.' diye cevapladım. 'Rica etsem/Sakıncası yoksa bu çantayı açar mısınız?' 'Hiç sorun değil' dedim. Memur mükemmel dikkatle valizimi aradı. Özenle yerleştirdiğim/paketlediğim bütün her şeyi darmadağın etti. Sonrasında valizi tekrar kapatamayacağımdan emindim. Aniden, memurun yüzüne bir mutluluk gelmişti. Çünkü valizimin dibinde minik bir şişe bulmuş ve keyifle şişeye el koymuştu/şişeyi kaptı?. 'Parfüm ha?' dedi alaycı bir şekilde. 'Bunu belirtmeniz/beyan etmeniz gerekirdi. Parfümler ithalat vergisinden muaf değildir.' 'Ama bu parfüm değil' dedim. 'Bu saç yağı.' Ve gülümseyerek, 'Kendi yaptığım tuhaf bir karışım bu.' diye ekledim. Beklediğim gibi, memur bana inanmadı. Teşvik ederce, 'Bir dene bak!' dedim. Memur kapağı çıkarıp şişeyi/şişenin ağzını burnuna dayadı. Karşılaştığı nahoş koku sonucu gerçeği söylediğime ikna olmuştu. Birkaç dakika sonra valizlerimi işaretledikleri için hızlıca geçip gidebildim. Issız Adada Yaşam Issız bir adada yaşamak denince çoğumuzun aklında gerçekten uzak bir resim canlanır. Bazen ıssız adayı güneşin hep parladığı bir cennet olarak hayal ederiz. Orada yaşam sade ve güzeldir. Ağaçlardan taze meyveler düşer ve asla iş yapmak zorunda değilsinizdir. Fakat resmin/madalyonun diğer tarafı bunun tamamen tersi. Issız bir adada yaşamak berbat bir fikirdir. Ya açlıktan ölür ya da Robinson Crusoe gibi asla gelmeyecek bir gemiyi bekler durursunuz. Belki bu iki tasvirde de bir gerçeklik payı vardır ancak çok azımız bunu öğrenme fırsatına sahip oldu. Yakın zamanda, beş gün boyunca bir mercan adasında kalan iki adam orada daha fazla durmak istediklerini söylediler. Ağır hasar almış bir gemiyi tamir için Virgin adalarından Miami'ye götürüyorlarmış. Yolculuk sırasında gemi batmaya başlamış. Çabuçak küçük lastik bir bota yemek, kibrit, bira kutuları doldurmuş ve Karayip denizinde/denizi boyu birkaç kilometre kürek çekerek küçük bir mercan adasına varmışlar. Adada nerdeyse hiç ağaç yokmuş ve hiç su da bulunamıyormuş fakat bunlar sorun haline gelmemiş. Çünkü adamlar lastik bota biriken yağmur sularını içmişler. Yanlarına bir zıpkın aldıkları için bol bol yiyecekleri olmuş. Her gün istakoz ve balık yakalamışlar, ve birinin söylediğine göre 'Krallar gibi' yemişler. Beş gün sonra oradan geçen bir tanker gemisi onları kurtardığında, iki adam da orayı terk ettiklerine gerçekten üzgün hissetmiş. 'Korkmayın Benim' Kocası işe gittikten sonra Bayan Richards çocuklarını okula gönderip yatak odasına çıktı. Akşam kocasıyla gideceği kostüm partisinden ötürü herhangi bir ev işi yapamayacak kadar çok heyecanlıydı. Bir hayalet kostümü giymeye karar vermiş, önceki gece kostümünü hazırlamıştı ve/-dığı için kostümü denemek için sabırsızlanıyordu. Kostüm sadece bir çarşaftan ibaret olsa da gayet etkiliydi. Bayan Richards kostümü giydikten sonra aşağıya indi. Kostümün rahat olup olmadığını görmek istiyordu. Bayan Richards tam yemek odasına girerken biri kapıyı çaldı. Fırıncı olmalıydı diye düşünüyordu. Çünkü adama eğer kapıyı açamazsa direkt içeri girip ekmeği mutfak tezgahına bırakabileceğini söylemişti. Zavallı adamı korkutmak istemediğinden Bayan Richards alelacele* merdivenlerin altındaki küçük kilere saklandı. Ön kapının açıldığını ve birinin sert adımlarla holde yürüdüğünü duydu. Kilerin kapısı birden açıldı ve içeri bir adam girdi. Bayan Richards adamın sayacı kontrole gelen elektrikçi olduğunu anladı. 'Korkmayın benim ben' diyerek durumu açıklamaya çalışsa da iş işten geçmişti. Adam bir çığlık atarak geriye fırladı. Bayan Richards adama doğru yürüyünce adam hızla kaçıp arkasından kapıyı çarpmıştı. 14-15-16