Osmanlı Tarihi Ders Notları Temel Kavramlar Merhaba değerli öğrenciler. Atatürk İlkeleri ve inkılap Tarihi Bir dersinin birinci bölümünde dersimize ilişkin temel kavramlar ve Avrupa'nın gelişim sürecini ele alacağız. Merhaba arkadaşlar. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bir dersinin birinci bölümünde dersimize ilişkin temel kavramlar ve Avrupa'nın gelişim sürecine bakış başlığını ele alacağız. Öncelikle dersimize ilişkin karşımıza çıkabilecek temel kavramlardan başlayalım. Ele alacağımız ilk kavram ıslahat kavramı. Islahat iyileştirme, düzeltme anlamında kullanılmış. Osmanlı modernleşmesinin daha çok ıslahat hareketleri bağlamında açıklandığını görüyoruz. Dolayısıyla ifade etmek gerekir ki ıslahatlar devlet eliyle gerçekleştirilen, sistem üzerinde gerçekleştirilen iyileştirmelerdir. Sistemi daha iyi hale getirmeyi amaçlar. Diğer yandan inkılap kavramını ele aldığımızda inkılap değişme, bir halden başka bir hale dönüşüm anlamına gelir. İnkılapla genel olarak benzer bir biçimde kullanılan devrim ise köklü, hızlı ve geniş kavramlı niteliksel değişim ve biçimlendirmedir. Yani burada inkılapta bir halden başka bir hale dönüşüm durumu vurgulanmışken, devrim köklü ve birden gerçekleşir. Devrimin daha ziyade action aşaması olan fiiliyat aşaması olan ihtilal ise eylem aşamasını oluşturur ve eski rejimin yıkılması anlamını taşır. Eski rejimin, eski yapının ya da yıkılması anlamını taşır. İhtilaller ve devrimler çoğu zaman çağdaşlaşma, muasırlaşma, asirileşme gibi amaçları taşırlar. Bu amaç ise yaşanılan çağın, anlayışın koşullarına uyum sağlamak, var olan dünyaya uyum sağlamak anlamında kullanılabilir. Son olarak darbeye bakmamız gerekirse, darbe bazı grupların çeşitli gerekçelerle hükumeti ve parlamentoyu feshederek yönetime el koymasıdır diyebiliriz. Diğer yandan dersimizde karşımıza çıkabilecek, dersimizde karşılaşabileceğimiz yönetim biçimlerini ele alacağız. Biraz tanımaya çalışacağız. Birincisi oligarşi. Oligarji yönetimin bir grubun denetiminde veya tekelinde bulunması anlamına geliyor. Yönetimde etkili bir grup düşüneceğiz. Monarşi dediğimizdeyse yönetim, iktidar belli bir hanedanın elinde bulunacak. Teokrasi ise dine dayalı yönetim biçimi olarak açıklanıyor değerli arkadaşlar. Dini otoriteyi temsil eden kurumların siyasi otoritenin denetimini elinde bulundurmasıdır. Meşrutiyet'e geldiğimizde, padişah ya da kralın yetkilerinin bir anayasa ve parlamentoyla sınırlandırılması anlamındadır. Burada anayasa ve parlamentonun iktidarın yanında yani kralın yanında bulunması önemli iki durumdur. Demokrasi dediğimizde demokrasi eşittir halk iradesi ya da halk idaresi olarak ifade ediyoruz. Siyasi kararların vatandaşların seçtiği temsilciler aracılığıyla alınması demokrasi olarak tanımlanmış. Bir de yarı doğrudan demokrasi var. Referandum, halkın kanun teklifi, halk vetosu gibi uygulamalarla halkın yönetimde daha da etkin olması halidir. Ve son olarak, meritokrasi. Yönetim gücünün, yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne, liyakate dayandığı yönetim biçimidir. Mediokrasi daha üst düzey bir yönetim biçimidir şeklinde de ifade edilebilir. Değerli arkadaşlar, Avrupa'nın tarihinde etkili olan belli başlı köşe taşı olayları ele alalım. Bunlardan birincisi coğrafi keşifler olacak. On beş ve on altı. Yüzyillarda Avrupa'nın hammadde kaynaklarını doğrudan ulaşma amacıyla başlattığı bir süreç coğrafili keşifler. İspanya ve Portekiz krallıkları bunların başını çekmiş. İlk girişimleri gerçekleştirenler olmuş. Portekizli Delcono ve Macella'nın dünyanın etrafını dolaşmalarıyla, dünyanın yuvarlaklığı keşfedilmiş. Hollanda, İngiltere ve Fransa coğrafi keşiflerin etkisinin dünyaya yayılmasında etkin olan devletler olmuş. Bu keşiflerle Atlas Okyanusu limanları önem kazanmış ve köle ticareti de yine ivmeyi kazanmıştır diyebiliriz. Keşifler sonunda Aztek ve İnka imparatorluklarının ortadan kalktığını görüyoruz. Yine aynı zamanda misyoner bir nitelik taşıyan Avrupalılar hakim oldukları bölgeleri kısa sürede Hristiyanlaştırmışlar. Yani coğrafi keşiflerle ele geçirdikleri, hakimiyet sağladıkları bölgelerde Avrupalılar aynı zamanda misyoner faaliyetler yürütmüşler. Bu keşiflerin sonunda toprak kıymetini kaybetmiş, yeni zenginlik ölçütü altın ve gümüş olmuştur diyebiliriz. Akdeniz limanları artık önemini yitirecektir. Dolayısıyla Türk İslam coğrafyası bu durumdan olumsuz etkilenecektir bilhassa ticaretin okyanus limanlarına kayması sebebiyle. Coğrafi keşiflerle başlayan Avrupa'nın değişim süreci çağdaş uygarlığın bayrağını batıya kayarak el değiştirmesiyle sonuçlanacaktır. Yani artık uygarlık merkezi Batı haline gelecek. Ardından Rönesans sürecini ele alalım. Rönesans, Batı Avrupa'da edebiyat, sanat ve mimaride ortaya çıkan yeni bir yöneliş, yeni bir anlayış, yeni bir bayikış açısı, yeni bir hayat görüşü. İtalya'da sermaye birikiminin etkisiyle, tabii ticaret burjuvası, prensler, bunlar toplumun diğer kesimlerinden farklılıklarını vurgulayabilmek için bilhassa sanatçı ve düşünceleri düşünürleri koruma altına almışlar ve bu dönemde hümanizma yani insan merkezli düşünce, insanın bireyselleşmesi ve özgürleşmesi yaşamın merkezine oturmuş. İnsanın yüceltilmesi ve burjuvazi kültürünün de devrimiyle bu dönemin paralelinde Skolastik düşünce yıkılmış, pozitif düşünce güçlenmeye başlamış, bilim ve teknikte ise gelişmeler hızlanmıştır denilebilir. Tabi bu durum yeni bir dünya görüşünün ortaya çıkması beraberinde reform sürecini de getirecektir değerli arkadaşlar. Reform on beş ve on altı. Yüzyillarda Avrupa'da bilhassa özellikle din alanında ortaya çıkan değişikliklerdir diyebiliriz. Katolik Kilisesi'nin yeniden yapılanmasını içerir süreç. Kilisenin Hristiyanlığın esaslarını saptırarak belli bir zümrenin çıkarlarına yönelik hareket etmesi değişim etkisini yaratmıştır. Özellikle coğrafi keşifler sonunda halkın kiliseye olan güveninin de sarsıldığını görmekteyiz. Matbaa ve kültürel hareketlenmeyle İncil'in ulusal dillere çevrilmesi. Bu İncil'in ulusal dillere çevrilmesi çok önemli bir durum. Çünkü milliyetçilik anlayışının ortaya çıkmasında da İncil'in ulusal dillere çevrilmesinin etkili olduğu ifade ediliyor. Yine Protestanlık, Kalbiniizm, Angikanizm, Prespiteryanizm Hristiyanlığın bu reform süreci sonunda ortaya çıkan yeni mezhepleri olmuş ve reform süreci ile din kamusal alandan çıkartılırken hümanizm içselleştirilmiş, laik düşüncenin de bu bağlamda gelişiminin ortaya çıktığını görmekteyiz. Şimdi aydınlanma sürecini ele alalım. On yedi ve on sekiz. Yüzyillar arasında, Avrupa'da akılcılık merkeze oturacaktır. Bu dönem bilimsel keşif ve felsefi eleştiri çağı olacaktır. Bilimsel düşünce artık ön plana çıkmıştır. Burcu vajinanın siyasi olarak güçlenmesiyle felsefi iktisadi ve sosyal olarak yeni bir dünya görüşü ortaya çıkmıştır. Artık aydınlanma döneminde dünya yeni bir dünya, insanların inancı farklı bir inanç. Artık pozitivizme ve bilime olan inanç aydınlanma döneminde ön planda. İnsanların doğuştan özgür olduğu ve vazgeçilmez haklara sahip oldukları, bu sebeple sınıflar arası hukuki ayrılıkların edilemezliği bu dönemde ileri sürülmüş. Dolayısıyla mutlak monarşiler ortadan kalkacak ve demokratik cumhuriyetlerin temelleri atılacaktır bu dönemde. Demokratik cumhuriyetlerinin temellerinin atılması dediğimizde Fransız Devrimi'nin şüphesiz çok büyük bir önemi var. Bin yedi yüz seksen dokuz Fransız Devrimi öncesinde sermaye birikimine sahip olan burjuva, bu devrimin itici gücünü oluşturmuş. Burjuva ve ağır vergiler altında ezilen köylü sınıfı devrimde birlikte hareket eder. Bu önemlidir burjuva ve köylü sınıfının birlikte hareket etmesi. Okuma yazma bilen kişi sayısının artması ile gazete, bildiri, broşürler bu devrime ilişkin kitlesel bilinçlenmeyi sağlamıştır denilebilir. Ve bin yedi yüz seksen dokuz Fransız Devrimi'nin Bastille Hapishanesi'na başladığını görüyoruz. Bastille Hapishanesi'nde daha çok krala muhalif olan suçluların yer aldığı bilinmektedir. Günümüzde Bastille Hapishanesi bir müze olarak kullanılmaktadır. Devrim sonunda İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi kabul edilecek. Özgürlük, eşitlik, güvenlik, zulme karşı direnme hakkı, doğuştan gelen haklar olarak kabul edilecektir. Halka dayanmayan hiçbir tür ise kabul edilemez. Yasalar toplumu oluşturan bireylerin ya da onların seçtikleri temsilcilerin iradesi olmaksızın konulamaz. Anayasa ve güçler ayrılığı fikri ön plana çıkmıştır. Liberalizm, milliyetçilik, ulus devlet kavramları ortaya çıkacak, güçlenecek ve dünyayı etkisi altına alacaktır. Değerli arkadaşlar sonraki ele alacağımız başlıca olay Sanayi Devrimi olacak. James Watt'ın buharlı makineyi icat etmesi Sanayi Devrimi sürecini hızlandıracaktır. Sermaye birikimi, yeni buluşlar, üretim araçları ve üretim ilişkilerinin değişimi aslında sanayi devrimi sürecini içeren unsurlardır. Ya da sanayi devrimi sürecinin içerdiği unsurlardır. Sermaye birikimi, yeni buluşlar, üretim araçları ve üretim ilişkilerinin değişimi. Ulaşımın gelişimi hammaddenin ve üretilen ürünlerin her alana yayılmasını sağladığından sanayi devrimine büyük bir ivme yaratmıştır. Bin yedi yüz elli ve bin sekiz yüz doksan yilları arası makineleşme çağı buhar gücünün kullanımını yaygınlaştırmıştır. Demir ve kömür bu dönemde ön plana çıkacaktır. İlk olarak İngiltere'de dokunmatik alanında sanayi devrimi ön plana çıkmıştır. Bin sekiz yüz doksandan sonra ise elektrik, çelik, petrol ön plana çıkmıştır. Kimya ve mekanik endüstrisi gelişmiştir diyebiliriz. Yine bu dönemde liberalizm güçlenmiş, emperyalizm ön plana çıkmıştır. Fabrikalaşma köyden kente göçü arttıracaktır arttıracaktır, bu nedenle şehirleşmenin bu süreçte hız kazandığını görmekteyiz. Dolayısıyla işçi sınıfı ön plana çıkacaktır. Bu sınıfın hakları ve yaşam şartlarının iyileştirilmesi yine söz konusu olacak ve sosyalizm bu dönemde ortaya çıkan diğer bir fikir akımı ve ideoloji olacaktır değerli arkadaşlar. Bu bölümde dersimize ilişkin temel kavramlar ve Avrupa tarihinde dönüm noktalarını oluşturan olaylar üzerinde durulmuştur. Hepinize başarılar dilerim. Osmanlı Devleti'nde Sosyoekonomik Düzen Merhaba değerli arkadaşlar. Atatürk İlkeleri İnkılap Tarihi bir dersinin ikinci bölümünde Osmanlı Devleti'nde sosyoekonomik düzen ve yenileşme hareketleri üzerinde duracağız. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bir dersinin ikinci bölümünde Osmanlı Devleti'nde sosyal, ekonomik tüzel ve yenileşme hareketleri başlığına göz atacağız. Bin dört yüz elli ile bin beş yüz elli tarihleri arası Osmanlı İmparatorluğu'nun klasik dönemi olarak adlandırılmıştır. Osmanlı klasik döneminde toplum beraya yönetenler ve reaya yönetilenler olmak üzere ikiye ayrılmışlardır. Osmanlı Devleti'nde yönetenler yani askerler her zaman devlet ve toplum yaşamının zirvesinde bulunmuşlardır. Kul olarak adlandırılan devşirmeler devlet yönetiminde padişaha yardımcı olan sınıftır. Ülke topraklarında padişahın egemenliğini sağlar ve maaş alırlar. Bunlar padişahın iradesine creaster şartsız bağlıdırlar ve vergiden muaftırlar. Çocuk yaşta ailelerinden teslim alınan devşirmeler yeteneklerine göre ayrılarak eğitilirler. Bu bağlamda Enduro'nun mektebi bürokratik işlerde yetenekli olacağı düşünülen devşirmelerin eğitim gördüğü saray okuludur. Diğer yandan yeniçeri hoca ise askeri eğitim gören devşirmelerden oluşan askeri kurumdur. Bu kurum klasik dönem Osmanlı ordusunun omurgasını oluşturmuştur. Osmanlı klasik döneminde temel öğelerden bir tanesi olan toprak sistemine bir göz atalım. Klasik dönemde ekonominin temeli tarım olduğu gibi ana zenginlik kaynağı da toprak olmuştur. Osmanlı sisteminde bütün topraklar maaş padişahın malı olarak mutlakiyet esasına tabidir. Toprak mülkiyeti devlete ait yani miri ve dirlik olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Derlikler gelirlerine göre parçacıklara ayrılarak devlet memuru konumunda olan sipahilere dağıtılmıştır. Maaş karşılığı olarak dağıtılan birliklerde mülkiyet her zaman padişaha aittir. Dağıtımı yapılan asıl unsur ise kullanım hakkı olmuştur. Osmanlı Devleti'nin klasik döneminde sistemin temeli olan tarım unsurundan topraklar yıllık gelirlerine göre üç bölüme ayrılmıştır. Bunlar has, Devam Et ve Tımar'dır. Klasik dönemde uygulanan tımar sistemi devleti yüklü bir ordu masrafından kurtarmıştır. Taşrada güvenliğin sağlanmasında etkili olmuş. Üretimde ise sürekliliğin sağlanmasını etkili kılmıştır. Osmanlı klasik döneminin en önemli öğelerinden bir tanesi olan vakıflara bir göz atalım. Osmanlı klasik döneminde taşrada devlet görevlileri tarafından kurulan vakıflar ile cami medrese yol çeşme ve benzeri pek çok yapı inşa edilmiş. Böylece bayındırlık sağlanmış ve halkın ihtiyaçları karşılanmıştır. Diğer yandan bu dönemde ulema Osmanlı klasik toplumunda en önemli unsurlardan bir tanesi olmuştur. Şer'i kuralların etkili olduğu Osmanlı Devleti'nde ilmiye sınıfı yöneticilerin en etkili sınıfı olmuştur. Dilerseniz şimdi Osmanlı toplumunun diğer kesimini oluşturan yönetilenlere yani Reaya bir göz atalım. Osmanlı klasik döneminde tüm teba yani tüm halk Reaya olarak kabul edilmiştir. Taşrada tarım yapan halk, kasaba ve şehirlerde oturan, ticaret ve sanayi ile uğraşanlar ve göçebeler bu sınıfa dahil edilmiştir. Osmanlı toplumu dikey olarak, yöneten yönetilen olarak ayrılırken yatay olarak Müslüman ve Gayrimüslim olarak ayrılmıştır. Müslümanlar öşür ve ağlam gibi vergiler öderken Gayrimüslimler cizye ve haraç vergisi ödemişlerdir. Şehirlerde üretim gerçekleştiren esnaf hürriyet ehli olarak anılmış ve ahilik denilen bir esnaf teşkilatı şeklinde örgütlenmişlerdir. Tüccarlar ticaret yapan unsurlar olurken göçebeler kurucu unsur olmakla birlikte yönetimden uzak kalmışlardır. Osmanlı klasik düzeninde değişim ve gerileme başlığını ele alalım. Coğrafya keşiflerin sonunda ticaret güzergahlarının değişimi ile devletin gelir gider dengesinde bozulma yaşanmıştır. Rönesans reformu Aydınlanma gibi süreçlerle Avrupa'nın yaşadığı sosyal ve siyasal değişimin yakından takip edilememesi, Fransız İhtilali'nin etkisiyle ortaya çıkan hürriyet ve milliyetçilik gibi kavramlar imparatorluğun bütüncül yapısını sarsmıştır. Diğer yandan toprak kayıplarının artması ile tımar sistemi de bozulmuş ve ordu toplumsal yapı merkezi otorite zinciri kırılmıştır. Hazinenin nakit harcamalarının artması ile intizam sistemi yaygınlaşmış, taşrada ayan denilen yerel beyler güç kazanmıştır. On sekizinci yüzyıldan itibaren kapitülasyonlar ekonomiyi olumsuz etkilemiştir. Bin sekiz yüz otuz sekiz Baltalimanı Antlaşması'nın İngiltere ile imzalanmasıyla Osmanlı ekonomisi batıya eklemlenmiştir. Bin sekiz yüz elli dörtte ise Osmanlı Devleti Kırım savaşında ilk dış borcunu alırken bin sekiz yüz seksen bir yılında Duyunu Umumiye devletin tüm gelirlerine el koymuştur. Dilerseniz şimdi Fransız Devrimi ve bu devrimin Osmanlı Devleti'ne etkisini değerlendirelim. Fransız Devrimi eşitlik, özgürlük, adalet, demokrasi, milliyetçilik, laiklik gibi fikirleri ön plana çıkararak dünyanın dönüşümünde etkili olmuştur. Osmanlı aydınları özellikle demokrasi, anayasacılık ve insan hakları düşüncesinin etkisinde kalmışlardır. Osmanlı aydınlarının çoğu mutlakiyete karşı tutum sergilemiş ve anayasalı yönetim için mücadele ortaya koymuşlardır. Hukuk devleti, yargı güvenliği, mal ve can güvenliği gibi kavramlar Osmanlı Devleti'nde de ön plana çıkmıştır. Milliyetçilik demokrasi cumhuriyetçilik gibi fikir akımları ile imparatorluğun dağılma sürecinin hızlandığını görmekteyiz. Fransız Devrimi bir yanda Osmanlı modernleşmesini olumlu etkilerken diğer yanda ürettiği fikir akımlarıyla azınlıkların imparatorluktan popu sürecini başlatmıştır. Bin yedi yüz on sekiz bin yedi yüz otuz tarihleri arasında yaşanmış olan Lale Devri Padişah Üçüncü Ahmet ve sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından idare edilmiştir. Bu dönemde matbaa Müslümanlar tarafından ilk kez kullanılmaya başlanmıştır. Avrupa başkentlerine ilk defa geçici elçilerin gönderildiği görülmektedir. Edebiyat ve batı mimari alanlarında önemli eterler verilmiştir. Bu dönemde donanmada kullanılmak üzere gemi yapımı ilerletilmiştir. Doğu ve batı klasik lerinin Türkçeye çevrilmesine yönelik çalışmalar yapılmış ilk kez çiçek hastalığına karşı aşı uygulanmıştır. Yangınların önlenmesi amacıyla tulumbacılar Ocağı kurulmuş Çini atölyesi ve kağıt fabrikaları açılmıştır. Bu dönemde devlet gelirlerinin azalması nedeniyle vergilerin artırılması yoluna gidilmiştir. Ancak bu durum Patrona Halep isyanına sebep olmuştur. Patrona Halil isyanının sonunda Padişah Üçüncü Ahmet tahttan indirilmiş dönemin sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa ve pek çok devlet adamı ise öldürülmüştür. Padişah üçüncü Selim dönemi bin yedi yüz seksen dokuz bin sekiz yüz yedi tarihleri arasını kapsamakla birlikte Osmanlı modernleşmesinin temelinde yer alan bir dönemdir. Üçüncü Selim Fransız Devrimi'nin çağdaşıdır. Avrupa'daki gelişmeleri yakından takip etmiştir. Şehzadelik döneminde Fransa Kralı on altıncı büyü ile devlet yönetimi hakkında yazışmalar yapmıştır. Üçüncü Selim meşveret meclisini yani danışma meclisini yeniden kurmuştur. Diğer yandan Avrupa'nın önemli merkezlerinde devamlı elçilikler açılmasını sağlamıştır. Bu dönemde Nizam-ı Cedit olarak anılan düzenlemeleri gerçekleştirmiş Nizam-ı Cedit ordusunu kurmuştur. Bu dönem Osmanlı Devleti'nde yeni düzen dönemi olarak adlandırılmıştır. Diğer yandan bin sekiz yüz sekiz bin sekiz yüz otuz dokuz tarihleri arasında yaşanan İkinci Mahmut dönemi Osmanlı yenileşmesinin önemli süreçlerinden bir tanesini içermektedir. İkinci Mahmut iktidara geldikten sonra Alemdar Mustafa Paşa'yı sadrazamlığa getirmiştir. Bin sekiz yüz sekiz tarihinde taşrada devletin otoritesini yıpratan aydınlar ile Sened-i İttifak'ı imzalayarak merkezi otoriteyi güçlendirmiştir. Bu dönemde Bükreş Antlaşması'yla Sırplar özerklik Edirne Antlaşması'yla Yunanlılar bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bu dönemde Mora Valisi Tepedelenli Ali Paşa ve Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanları devleti zor duruma düşüren isyanlar olmuşlardır. Bin sekiz yüz yirmi altıda Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması Vaka-i Hayriye olarak adlandırılmıştır. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması ardından iki. Mahmut asakiri masure-i Muhammediye ordusunu oluşturmuştur. Yine bu dönemde tımar sistemi kaldırılmış, müsadere usulü kaldırılmış ve karantina uygulaması başlatılmıştır. Bu dönemde ön plana çıkan önemli düzenlemeler ise şunlardır. İkinci Mahmut merkezi otoriteyi güçlendirici reformlar gerçekleştirmiştir. Divan örgütünün kaldırılmasıyla kabine sistemine geçilmiş ve bugünkü bakanlıklar sistemine benzer bakanlıklar oluşturulmuştur. Bu dönemde devlet memurlarına kılık kıyafet düzenlemesi şart koşulmuş ve memurlar ses giymek zorunlu hale getirilmiştir. Redding good pelerin ve pantolon mecbur tutulan kıyafetlerden olmuştur. Sultanın resminin devlet dairelerine asılması uygulamasının da bu dönemde başladığını görüyoruz. Diğer yandan ilk resmi gazete olan Takvim-i Vekayi çıkarılmaya başlanmış. Takvim-i Vekayi Arapça, Ermenice, Farsça, Fransızca ve Rumca olmak üzere çeşitli dillerde çıkarılmıştır. Yine bu süreçte ilk posta teşkilatı kurulmuş ve ilk nüfus sayımı gerçekleştirilmiştir. Ancak bu nüfus sayımı sadece askeri amaçlı olmuş ve erkekler sayımı dahil edilmiştir. Bin sekiz yüz otuz sekiz balta limanı anlaşmasının imzalanması bu dönemde devleti batı ekonomisine bağlı hale getirecektir. Bu bölümde, Osmanlı Devleti'nde klasik düzen, değişim ve gerileme, Fransız Devrimi'nin etkisi, Lale Devri, Üçüncü Selim ve İkinci Mahmut dönemleri üzerinde durulmuştur. İyi çalışmalar dilerim. Osmanlı Devleti'nde Anayasal Gelişmeler Merhaba değerli öğrenciler. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bir dersinin üçüncü bölümünde Osmanlı Devleti'nde anayasal gelişmeler ve parlamenter düzene geçiş sürecini ele alacağız. Merhaba arkadaşlar. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi bir dersinin üçüncü bölümünde Osmanlı Devleti'nde anayasal gelişmeler ve parlamenter sistemi geçiş başlığını ele alacağız. Bu başlık altında inceleyeceğimiz ilk dönem bin sekiz yüz otuz dokuz ve bin sekiz yüz yetmiş altı yilları arasında tarihlenen Tanzimat dönemi olacak. Bu bağlamda bin sekiz yüz otuz dokuz ve bin sekiz yüz altmış bir yilları arasında hüküm süren sultan Abdülmecid'in bu dönemin öne çıkan ilk padişah olduğunu ifade etmek önemlidir. Bin sekiz yüz otuz dokuz yılında Tanzimat Fermanı'nın ilanıyla batılı anlamda hukuk anlayışının temellerinin Osmanlı İmparatorluğu'ndan atıldığını görüyoruz. Bu dönemde yoğun bir kanunlaşma süreci ortaya çıkmıştır. Diğer yandan bu dönemde eğitim alanında önemli düzenlemeler yapılmış ve pek çok eğitim birimi açılmıştır. Bin sekiz yüz kırk bir de ilk kağıt para basılarak bin sekiz yüz elli altıda Islahat Fermanı'nın ilanı ile gayrımüslimlere önemli haklar tanınmıştır. Bin sekiz yüz kırk bir de gayri adıyla piyasaya sürülen ve bin sekiz yüz kırk altmış üçe kadar kullanımda kalan ilk Osmanlı kağıt parasını görmektesiniz. Bin sekiz yüz otuz dokuz Tanzimat fermanının hazırlanmasında dönemin sadrazamı Mustafa Reşit Paşa etkili olurken bin sekiz yüz elli altı ıslahat fermanının hazırlanmasında yine dönemin sadrazamı Mehmet Emin Ali Paşa'nın katkısının olduğunu görüyoruz. İlgili sunuda Mehmet Emin Ali Paşa, Paris kongresinde kırım savaşı sonunda barış şartlarını müzakere ediyor. Diğer yandan bin sekiz yüz elli altı Islahat Fermanı'nın bu kongre öncesinde ilan edildiğinin altını çizmek önemli bir noktadır. Bin sekiz yüz otuz dokuz Tanzimat fermanı ile gerçekleştirilen reformlara bir göz atalım. Hukuk alanında hukukunu üstünlüğü ve kanun önünde eşitlik anlayışının geliştiğini görüyoruz. Bu dönemde kanunlaşma sürecinin başlamasıyla Fransa'dan Ceza ve Ticaret Kanunu alınarak hukuk sistemindeki boşluklar doldurulmuştur. Divan-ı Ahkam-ı Adliye Şura-i Devlet kurulmuş, gayremizimleri de kapsayan laik hukuka dayalı nizami mahkemeleri bu dönemde oluşturulmuştur. Diğer yandan bu dönemde en önemli hususlardan bir tanesi Ahmet Cevdet Paşa tarafından hazırlanan ilk İslami medeni kanun olan Vecelli'nin müdürlüğe girmiş olmasıdır. Eğitim alanında Maarif Nezareti bin sekiz yüz kırk yedi yılında kurulmuş, pek çok kademede okullaşma ön plana çıkmıştır. Bin sekiz yüz elli dört yılında Encümeli Daniş Bilimler Akademisi oluşturulmuştur. Yine bu dönemde bürokrat yetiştirme amacıyla mülkiyenin açıldığını görüyoruz. Diğer yandan kız rüştieleri ve sultanilerin açılmasına hız verilmiştir. Bu dönemde Darü'l-mualimat, yani kız öğretmen okulu ve Darü'l-muallimin açılan kurumlardandır. Maliye alana bakmak gerekirse, Maliye Bakanlığı oluşturulmuş ilk yıl para bin sekiz yüz kırk bir yılında basılmıştır. Yine bu dönemde iltizam sistemi ve cizye vergisinin kaldırıldığını görüyoruz. Bin sekiz yüz elli dörtte biliyorsunuz kırım savaşı sırasında ilk dış borç alınmış ve bin sekiz yüz yetmiş beşte Muharrem kararnamesi ile devlet iflasını açıklamıştır. Dilerseniz şimdi bin sekiz yüz elli altı ıslahat fermanı ile gerçekleşen raporlara bir göz atalım. Islahat fermanıyla özellikle gayrimüslim yurttaşlara yönelik yeni düzenlemeler yapılmıştır. Gayrimüslimlere Müslüman ile Müslümanlar ile tam bir eşitlik verilmiştir. Diğer yandan Gize vergisi kaldırılmış. Garrimüslimlerin devlet memuru olabilmesi imkanı sağlanmıştır. Bu dönemde Garrimüslimlere mahkemelerde eşit tanıklık statüsünün verildiğini görmekteyiz. Böylece gayrimüslimler meclisi ahkam-ı adliye ve yerel meclislerde de görev alabilme hakkını kazanmışlardır. Bin sekiz yüz yetmiş altı bin dokuz yüz dokuz yilları arasında hüküm süren sultan ikinci Abdülhamit dönemine bir göz atalım. Sultan ikinci Abdülhamit'in cuma selamlığından bir görünüm. Sultan ikinci Abdülhamid döneminin genel özelliklerine bir göz atmak gerekirse bin sekiz yüz yetmiş sekiz bin dokuz yüz dokuz yilları arasında bir hafiye ve journa sistemi kurularak istibdata dayalı devlet yapısının oluşturulduğunu görmekteyiz. Eğitim, haberleşme, ulaşım alanlarında yenilikler hızla sürdürülmüştür. Bu dönemde öğrenci ve okul sayısı hızla artmış, hukuktan ticarete pek çok alanda yüksek okullar açılmıştır. Bin dokuz yüz yılında Darülfünun'un açıldığını görüyoruz. Diğer yandan telgraf bu dönemde haberleşme alanında en önemli yenilik olmuştur. İmparatorluk topraklarında imtiyaz tarihi bir yabancı şirketler aracılığıyla demiryolu örülmüştür. Bunlar Berlin Bağdat, Hicaz demiryolu olarak sayılabilirler. Bu dönemde Panslavizm'e karşı İslamcılık düşüncesi devlet politikası olarak uygulanmış ve ön plana çıkmıştır. Dilerseniz şimdi Jön Türkler başlığına bir göz atalım. Jön Türkler hakkında bilgi edinelim. Tanzimat döneminde açılan Batı tarzı okullarda eğitim gören bürokrat aydın sınıfı temsil eden Jön Türkler Fransızca bilmeleri sebebiyle Fransız Devrimi'nin ortaya çıkardığı görüşlerden ve aydınlanma düşüncesinden etkilenmişlerdir. Önceleri devlet kademelerinde daha sonra basın alanında etkin olan bu grup Sultan Abdülaziz döneminde uygulanan sansür sonrasında Paris ve Londra'da etkin olmuşlardır. Yurttaşlık, Anayasal Temsil ve Parlamenter Temsil kavramları üzerinde durmuşlardır. İmparatorluğun parçalanmaktan kurtarılması için Osmanlıcılık düşüncesini savunmuşlar ve tüm Osmanlı vatandaşlarının temsil edildiği Meclisli bir yapıyı talep ederek birinci meşrutiyetin ilanında etkili olmuşlardır. Yirmi üç Aralık bin sekiz yüz yetmiş altıda Kanuni Esasi'nin yani ilk Osmanlı anayasasının kabul edildiğini görmekteyiz. Bir. Meşrutiyet Tersane Konferansı sırasında ilan edilmiştir. Ve Mart bin sekiz yüz yetmiş yedide Meclis-i Mebusa'nın açılışının gerçekleştirildiğini görmekteyiz. Dilerseniz şimdi dönemin önemli aktörlerinden İttihat ve Terakki'ye bir göz atalım. Bin sekiz yüz seksen dokuzda askeri tıbbiyede ittihadı Osmani adıyla kurulmuştur. Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin en önemli temsilcilerindendir. İttihat ve Terakki'de mutlakıyete karşı çıkarak anayasanın tekrar ilan edilmesi ve Osmanlıcılık fikrinin ön plana çıkarılması talebi mevcuttur. Diğer yandan cemiyet Rumeli ve Makedonya'da Talat Paşa'nın kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile etkili olmuştur. Mustafa Kemal bu cemiyete bin dokuz yüz yedide Şam'da kurulan Vatan ve Hürriyet Cemiyeti aracılığıyla dahil olmuştur. Jön Türkler meşruki monarşiyi Osmanlı İmparatorluğu'nun bütün sorunlarını çözecek bir kavram olarak görmüşlerdir. Bin dokuz yüz sekizde Kolağası Niyazi Bey'in Resnede dağa çıkması ile ülke ihtilal havasına girmiştir. İkinci Abdülhamid yirmi üç Temmuz bin dokuz yüz sekizde anayasayı tekrar yürürlüğe koyacaktır. Yirmi üç Temmuz bin dokuz yüz sekizde anayasanın tekrar yürürlüğe konmasıyla ikinci meşrutiyet döneminde başlamış olmuştur. İkinci meşrutiyetin bin dokuz yüz sekiz yılında tekrar ilanını kutlayan bir kartpostal örneği görmektesiniz. On bir Temmuz bin üç yüz yirmi dört tarihli bu kartpostalda özgürlük, eşitlik, adalet, kardeşlik kavramları sıralanmış. Bayrakların altındaysa padişahım çok yaşa yazmakta. İkinci meşrutiyetin ilanını anlatan diğer bir kartpostal örneğinde Enver ve Niyazi Beyler hürriyeti temsil eden genç kızın panangra prangalarını kırıyorlar. Yani kelepçelerini kırıyorlar. Dilerseniz şimdi birinci ve ikinci meşrutiyeti karşılaştıralım. Bir aradaki farkları görelim. Birinci meşrutiyet, Belçika anayasası örnek alınarak hazırlanmıştır. Böylece Osmanlı Devleti, anayasalı parlamenter bir demokrasiye dönüşmüştür. Bu anayasa ile Meclis-i Ayan ve Meclis-i Mebusan'dan oluşan Meclis-i Umumi oluşturulmuştur. Egemenlik hakkı Osmanlı hanedanının en büyük erkek evladındadır. Yasama ve devlet işleyişinde son söz padişaha aittir. Padişah sadrazamlığı ve vekillere atayabilir. İsterse görevden alabilir ve meclisi feshetme yetkisine sahiptir. İkinci Meşrutiyet'in ilanı ardından anayasa çalışmalarına hız verilmiş ve padişahın yasama ve yürütme üzerindeki etkisi ortadan kaldırılmıştır. Hükümet meclise karşı sorumlu hale getirilmiş. Padişahını sürgüne yollama yetkisi kaldırılmış. Ve basın sansüre yine kaldırılan unsurlardan olmuştur. Diğer yandan bu dönemde siyasal parti kurma hakkının kabul edildiğini görmekteyiz. Dönemin önemli bir gelişmesi olan otuz bir Mart ayaklanmasını inceleyelim. Meşrutiyet'in yeniden ilan edilmesiyle bu yönetim biçimine karşıt geleneksel rejim taraftarlarınca gerçekleştirilen bir ayaklanmadır otuz bir Mart ayaklanması. Rumeli'den getirilen askeri birlikler ile bastırılan ayaklanma yani Rumeli'den gelen hareket ordusuyla bastırılan ayaklanma Sultan Abdülhamid'in tahttan indirilmesine sebebiyet vermiştir. Dönemin genel özellikleri ve reformlardan biraz bahsedelim. Otuz bir Mart ayaklanmasının bastırılması ardından V. Mehmet Reşat tahta çıkmıştır. Şeriyye Mahkemeleri Adalet Bakanlığı'na bağlanmış, Nizamiye Mahkemeleri ön plana çıkarılmıştır. Bin dokuz yüz on yedide Hukuk Aile Kararnamesi çıkarılmış. Bu dönemde kadınlar günlük yaşama, iş yaşamına dahil olabildiği gibi üniversiteye gidebilmişlerdir. İttihat ve Terakki Milli İktisat Politikası izleyerek Milli İtibar Bankasını kurdurmuş ve ulusal bankacılığı geliştirmeye çalışmıştır. İktidardaki gücünü pekiştiren İttihat ve Terakki giderek yönetimde daha sert bir tavır takılmış ve kendisine karşı muhalif olan Hürriyet ve İtilaf hırkasına karşı baskı yapmıştır. Dilerseniz şimdi bin dokuz yüz on üç Baba Ali baskına bir göz atalım. Osmanlı İmparatorluğu'ndan yirmi üç Ocak bin dokuz yüz on üç günü Enver Bey ve Talat Bey'in başına çektiği bir grup, İttihat ve Terakki üyesi tarafından hükumet binası Babı Ali'nin basılmasıyla yapılan askeri idare verir. Bu baskın sırasında Harbiye Nazırı Nazım Paşa öldürülmüş. Sadrazam Kamil Paşa'ya zorla istifası imzalattırılmıştır. Darbe sonrasında iktidar İttihat ve Terakki'nin eline geçmiştir. Bin dokuz yüz on İtbau Ali baskınını konu edinen bir Fransız gazetesi örneği görmektesiniz. Diğer yandan baskının ertesi günü Britanya askeri ateşesi Yar Bar Frederick Tyreel ile baskını gerçekleştiren Binbaşı Enver'de'yi bir arada görmektesiniz. Bu bölümde Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Kanuni Esasi, birinci ve ikinci Meşrutiyet konularını inceledik. İyi çalışmalar dilerim. 20. Yüzyılda Osmanlı Devleti Merhaba değerli öğrenciler. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bir dersinin dördüncü bölümünde Osmanlı Devleti'nde ortaya çıkan düşünce akımları, Trablusgarp Savaşı, birinci ve ikinci Balkan savaşlarını inceleyeceğiz. Merhaba değerli arkadaşlar. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bir dersinin dördüncü bölümünde Osmanlı Devleti'nde düşünce akımları ve savaşlar dönemi başlığını ele alacağız. Bu başlık içerisinde ele alacağımız ilk düşünce akımı Osmanlıcılık fikri olacak. Osmanlıcılık yani İttihadı Anasır Tanzimat döneminde Jön Türkler tarafından ortaya konulmuştur. Fransız Devrimi sonrasında Balkanlarda ortaya çıkan bağımsızlık hareketine karşı devletin toprak bütünlüğünü sağlamayı amaçlamıştır. İttihadı Anasarı yani Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşayan tüm unsurların birliği anayasal eşitlik fikrini ortaya koymuş, ortak meclis düşüncesini savunmuştur. Osmanlı vatandaşlarının bir üst kimlik olarak benimsenmesi çabası mevcuttur. Diğer bir düşünce akımı İslamcılık. İttiha'da İslam ya da diğer adıyla Panislamizm. İkinci Abdülhamid döneminde Batılılaşmaya tepki olarak ortaya çıkmış ve halifelik düşüncesi etrafında gelişmiştir. Devletin dağılmasının önüne geçebilmeyi amaçlamıştır ve bu dönemde devlet politikası olarak benimsenmiştir. İslam hurafelerden arınarak ilk şekline dönüşecek ve Batı'nın tekniğinden yararlanarak İslamiyet çağdaş şartlara göre yeniden şekillenecektir. Mehmet Akif, Sırat-ı Müstakim, Volkan, Sadayı Hak gibi dergilerde bu düşünce akımını savunmuştur. İttiha'da İslam, Balkan Savaşları sonunda Arnavutluk'un Osmanlı'dan ayrılması ve Birinci Dünya Savaşı'nda Arapların ihaneti ile geçerliliğini yitirmiştir. Ele alacağımız diğer bir düşünce akımı Batıcılık olacak. Batıcılık devletin içinde bulunduğu zor durumdan kurtulması için tümüyle Batı'ya benzemek gerektiğini savunan düşünce akımıdır. Bu düşünce akımının iki önemli temsilcisi ilgili sunuda verilmiştir. Bunlardan Abdullah Cevdet Batı uygarlığından başka bir ikinci bir uygarlık yoktur fikrini savunurken, Celal Nuri İleri ise Batı'nın sadece bilim ve tekniğinin alınması düşüncesinde olmuştur. Türkçülük. İsmail Gaspalı, Ahmet Ağaoğlu, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi isimler Türkçülük fikrinin önde gelen savunucuları olmuştur. Türkçülük en son ön plana çıkan Milli Mücadelenin kazanılmasında etkili olan düşünce akımıdır. Rusya'da yaşayan Türklerin ulus bilincine ulaşması ve burada yetişen aydınların Osmanlı Devleti'ne sığınması bu akımın güçlenmesinde etkili olmuştur. Osmanlıcılık ve İslamcılığın çökmesiyle Türkçülük ön plana çıkmıştır. Türk Yurdu dergisi ve Türk Ocakları Derneği bu akımın gelişmesinde etkili olmuşlardır. Bin dokuz yüz on bir Trablusgarp Savaşı. Diğer bir adıyla Türk İtalyan savaşı. Tarihte ilk hava saldırısının ve ilk keşif uçuşunun bu savaş sırasında gerçekleştirildiğini görüyoruz. İlgili soruda Enver Paşa ve Mustafa Kemal Dane'de gösterilirken diğer bir fotoğrafta, Binbaşı Mustafa Kemal emrindeki yerli birlikleri denetlerken gösterilmiştir. Sanayileşmesini geç tamamlayan İtalya coğrafi olarak kendine en yakınında olan, Kuzey Afrika'da kalan son Osmanlı toprağı olan Trablusgarp'a saldırmıştır. Trablusgarp'ın haritadaki konumu sunudaki biçimdedir. Trablusgarp Savaşı'nda tüm zorluklara rağmen genç subaylar yerli bedevileri başarılı bir biçimde örgütleyerek İtalya'ya karşı koymuştur. İtalya Osmanlı Devleti'ni zor duruma düşürebilmek için Rodos ve On İki Ada'ya asker çıkarmıştır. Bu sırada Balkan Savaşları'nın çıkması üzerine bin dokuz yüz on ikide Bush Antlaşması'nın imzalandığını görmekteyiz. İlgili sunuda antlaşmanın imzalandığı İsviçre'nin Lozan kenti kıyısındaki Bushi kasabası gösterilmektedir. Bu iş antlaşmasıyla Trablusgarp ve Bingazi İtalya'ya bırakılmıştır. Osmanlı'nın Kuzey Afrika'daki varlığı tamamen sona ermiştir. Rodos ve On İki Ada geçici olarak İtalya'ya bırakılmıştır. Bin dokuz yüz on iki bin dokuz yüz on üç Balkan Savaşları. Bu savaşlarda milliyetçilik akımının etkisi ön plana çıkmaktadır. Diğer Balkan Devletlerine nazaran Bulgaristan'ın genç bir biçimde bağımsız olması yine Balkan Savaşları'nda etkili olan unsurdur. Bu savaşta Osmanlı Devleti'ne saldıran Balkan devletlerinin diğer bir amacı Osmanlı Devleti'ni Balkanlardan tasfiye etmek ve topraklarını genişletmektir. On yedi Ekim bin dokuz yüz on ikide Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ'ın Osmanlı İmparatorluğu topraklarına saldırdığını görmekteyiz. Buna göre Trablusgarp'ta Uşak Antlaşması'nı imzalayan Osmanlı Devleti tüm imkanlarıyla Balkan coğrafyasına yönelmiş, orduda etkili olan siyaset ve emir komuta zincirindeki bozukluk kısa sürede ağır yenilgilere sebep olmuştur. Bu savaşın sonucunda Ege Adaları, Makedonya, Doğu ve Batı Trakya elden çıkmıştır. Edirne'nin kaybıysa bin dokuz yüz on üçte Babıali baskınının yaşanmasına sebep olmuştur. Savaş sonunda bin dokuz yüz on üç yılında toplanan Londra Konferansı'yla Osmanlı Devleti Balkanlardan tasfiye edilmiştir. Bulgaristan'ın sınırları Karadeniz ve Ege Denizi'ne kadar genişlemiş, Ege Adaları ve Girit Yunanistan'a bırakılmıştır. Yine bu savaşların sonunda Arnavutluk'un bağımsızlığının kabul edilmesi önemli bir gelişmedir. Balkan Savaşları sonunda Balkan Devletleri kendi aralarında Büktaş Anlaşması'nı imzalarken Osmanlı Devleti önce Bulgaristan'la İstanbul Anlaşması'nı imzalamış, bu anlaşma gereğince Edirne, Kırklareli, Gimeteka Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştır. Sonrasında gerçekleştirilen sonrasında Yunanistan'la gerçekleştirilen imzalanan Atina Antlaşması'nda Girit kesin olarak Yunanistan'a bırakılmış, Ege Adaları'ndan yine İmroz, Meis ve Bozcaada dışındaki ki adalar Yunanistan'a bırakılmışlardır. Balkanlardan Anadolu'ya yaşanan büyük göç ile Osmanlıcılık düşüncesi sona ererken Türkçülük fikrinin ön plana çıktığını göreceğiz. Bu bölümde Osmanlı Devleti'nin yirminci yüzyıldaki durumunu ele aldık. İyi çalışmalar. 1. Dünya Savaşı ve Osmanlı Devleti Merhaba değerli arkadaşlar. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bir dersinin beşinci bölümünde Osmanlı Devleti'nin Birinci Dünya Savaşı'ndaki durumu üzerinde duracağız. Merhaba değerli arkadaşlar, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bir dersinin beşinci bölümünde birinci dünya savaşı ve Osmanlı Devleti başlığını ele alacağız. Birinci dünya baş birinci dünya savaşı başlangıcı öncesinde dünyada ulusçuluk ve liberalizmin etkisinin arttığını görmekteyiz. İtalya ve Almanya'nın siyasal birliğini sağlaması Avrupa'da güç dengesini bozmuştur. Diğer yandan Sanayi Devrimi ile ortaya çıkan pazarla hammadde ihtiyacının artması Fransa ve Almanya arasındaki kömür madeni zengini bölge olan Ansasgoren sorunu, Balkanlarda var olan Germen ve silah milliyetçiliği mücadelesi dünyada bloklaşmayı savaş neticesinde arttıran unsurlar olmuştur. Birinci Dünya Savaşı öncesinde ilk kıvılcımın yirmi sekiz Haziran bin dokuz yüz on dörtte Avusturya Macaristanlı Veliah'ta Arsudeki France Ferdinandli eşinin Sırp milliyetçi Gabrio Princip tarafından suikasta öldürülmesi olayı olduğunu görüyoruz. İlk kıvılcımı yaratan olay olmuştur. Bunun ardından Temmuz bin dokuz yüz on dört türbberal, ııııı, on dördü takip eden süreçte devletlerin savaş ilanının birbirini benzediğini görüyoruz. Bu bağlamda Avusturya, Macaristan, Sırbistan'a, Almanya, Fransa ve Belçika'ya, İngiltere ve Japonya, Almanya'ya savaş açmışlardır. Bir Rusya ve Osmanlı Devleti ise savaşın başkan ucunda tarafsız kalan devletler olmuştur. Buna göre dünya ikiye bölünmüştür diyebiliriz. Merkezi güçler. İttifak devletlerini oluşturmuş, müttefiklerse İtilaf devletlerini oluşturmuşlardır. Osmanlı Devleti savaşa dahil olurken savaşın başında tarafsızlığını ilan etmiş ve kapitülasyonları tek yönlü olarak kaldırmış. Harbiye Nazırı ve Başkumandan vekili Enver Paşa Almanya taraftarı olması ile birlikte iki Ağustos bin dokuz yüz on dörtte Almanya ile bir gizli ittifak anlaşması imzalanmıştır. Savaşa dahil olmanın öncesinde İngiltere, Osmanlı'nın tarafsızlığı karşısında kapitülasyonları kaldırmayı dahi teklif etmiştir. Savaşın başında Almanya, Osmanlı Devleti'nin stratejik konumu ile savaşı daha geniş alanlara yayabilmeyi, Osmanlı Osmanlı Sultanının halifelik unvanından yararlanarak İngiltere'nin sömürgelerindeki Müslümanları ayaklandırabilmeyi, yine Osmanlı topraklarındaki pazardan ve Arap topraklarındaki petrolden yararlanmayı ve Türk boğazlarının stratejik konumu aracılığıyla Rusya'nın müttefikleriyle ilişkisini kesmeyi amaçlamıştır. Osmanlı Devleti ise tabi Almanya'dan bazı beklentileri olacaktır. Almanya'ya yardımı ile Rusya'yı yenmek ve Çarlık yönetimi altında yaşayan Türklerle birleşmek böylece Turan'ı Turan idealini gerçekleştirebilmek. Kapitülasyonlar ve duyunu Mumia aracılığıyla İngiltere ve Fransa'nın siyasi ve mali baskısından kurtulabilmek. Balkanlarda kaybedilen Makedonya ve Batı Trakya topraklarını yeniden ele geçirebilmek ve Yunan Megola idaresine engel olmak Osmanlı Devleti'nin beklentileri arasında olmuştur. Savaş öncesinde İngiltere'ye verilen sipariş üzerine paraları Osmanlı donanma Cemiyeti aracılığıyla halktan toplanarak ödenen Sultan Osmanlı Reşadiye yazıları İngiltere tarafından teslim edilmemiştir. Osmanlı Devleti'nin savaşa dahil oluşu Akdeniz'de İngiliz güçlerinden kaçan Goeben ve Breslau adlı Alman gemileri Enver Paşa'nın kabulü ile Osmanlı Devleti'ne sığınmış. Bu gemileri Türk bayrağı çekilerek satın alınmış ve artık bunların Türk gemileri olduğu da vurgulanmıştır. Gemilerin kumandanı Osmanlı ordusunun bir. Amiral ilan edilmiştir. Yirmi dokuz Ekim bin dokuz yüz on dörtte Rusya'nın Sivas'ta Paul limanını bombalayan Osmanlı Devleti Kasım bin dokuz yüz on dörtte savaşa dahil olmuştur. Bir Kasım da Rusya, beş Kasım da İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etmişlerdir. On bir Kasım'da ise Sultan V. Mehmet Reşat'ın halife unvanını kullanarak dünyada cihadı Ekber ilan ettiğini görmekteyiz. On iki Kasım'da ise Osmanlı Devleti kendisine savaş açan bütün devletlere savaş ilan etmiştir. Yirmi dokuz Ekim bin dokuz yüz on dört tarihinde Amiral Şuşon komutasındaki Osmanlı donanması Rusya'nın odaysa ve Sivas'ta Paul limanlarını bombalayarak savaşa dahil olmuştur. Osmanlı'nın savaştığı cephelere bakmak gerekirse Osmanlı'nın savaşa dahil olmasıyla kendi topraklarında sekiz tane cephenin açıldığını görmekteyiz. Kafkas cephesi ile alacağımız ilk cephe olacak. Bir Kasım bin dokuz yüz on dörtte Rusya'nın Doğu'dan saldırıya geçmesiyle bu cephe açılmış. Enver Paşa'nın Anadolu'daki Türkler ve Orta Asya'daki Türkleri birleştirerek büyük Türk Devleti kurmak istemesi yine bu cephenin açılmasında etkili olmuştur. Bakü petrollerini ele geçirmek isteyen Almanya'nın bu cephenin açılması için Osmanlı Devleti'ni kışkırttığını görmekteyiz. Yirmi iki Aralık bin dokuz yüz on dörtte yüz elli bin kişi ile başlatılan Sarıkamış Harekatı başarısızlıkla sonuçlanmış ve doksan bin askeri kalbi yaşanmıştır. Ruslar Erzurum, Muş, Bitlis, Erzincan, Trabzon, Bayburt gibi pek çok şehri ele geçirmişler. Bin dokuz yüz on altı da bu cepheye atanan Mustafa Kemal Muş ve Bitkisi geri almıştır. Rusya'ya üç Mart bin dokuz yüz on sekizde imzaladığı Brestitovsk Antlaşması ile Birinci Dünya Savaşı'ndan çekilirken doğu cephesi böylece katağa kapanmış ve Kars, Ardahan, Batum Türklere bırakılmıştır. Rus ordusunu Sarıkamış'ta görmektesiniz. Yine Rus ordusu doğmuş Türk askerlerini toplarken Rusların Sarıkamış temasıyla hazırladığı propaganda kart larından bir tanesi. Çanakkale cephesine geçmek gerekirse. İtiraf devletlerinin zor durumda kalan Rusya'ya karşı savaşa devam edebilmesi için yardım etmek istemesi. İngiltere'nin ve Fransa'nın Rusya ile temasa geçip savaş güçlerini arttırmak istemesi, Orta Avrupa, isyan, Alman ve Avusturya ordularını arkadan çevirmek, merkezi devletler yanında savaşa giren Osmanlı Devleti'ni saf dışı bırakmak İtilaf devletlerinin amaçları arasında olmuştur. Çanakkale Savaşları'nın iki şekilde deniz harekatı ve kara harekatı olmak üzere iki biçimde gerçekleştirildiğini görüyoruz. Bu bağlamda boğazlara yönelik deniz hücumu üç Kasım bin dokuz yüz on dörtte iki İngiliz gemisinin Ertuğrul ve Seddülbahir, iki Fransız gemisini de Kumkale ve Orhaniye tabyalarını bombardımanı tutmasıyla başlamıştır. On yedi Mart bin dokuz yüz on beşte yapılan plana göre mayınlardan temizlenmiş olan boğazın aşağı kesimlerinden bütün savaş gemileriyle boğaz zorlanacaktı. Türk donanmasına mensup Yüzbaşı Hakkı Bey kumandasındaki Nusret Mayın gemisinin Karanlık Liman bölgesini tekrar mayınlaması Deniz Harekatı'nın kaderini değiştirmiştir. On sekiz Mart bin dokuz yüz on beş sabunu Boğaz'a giren İngiliz ve Fransız filoları Boğaz'ın her iki yakasında açılan ateş ve dökülen mayınların etkisiyle mevcudunun yüzde otuz beşini kaybederek geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Kara harekatını ele almak gerekirse Avustralya ve Yeni Zelanda askerlerinden oluşan Kolordu Arıburnu'na, İngilizce Fransız kuvvetleri de Seddülbahir'e çıkartılacaktır. Yirmi beş Haziran bin dokuz yüz on beşte sabaha karşı bu çıkarma başlamıştır. Arıburnu, Seddülbahir, Anafartalar, Merkeztepe gibi bölgelere saldıran İtilaf kuvvetleri kesin bir sonuç almak için bütün takviye kuvvetleri ile Arıburnu'nun kuzeyinden Anafartalar'a asker çıkarmışlardır. Dört gün süren savaşlar sonucu İtilaf kuvvetleri. Yarbay Mustafa Kemal komutasındaki kuvvetler tarafından Conkbayırı mevkiinde durdurulmuşlar. Böylece I. Anafartalar Zaferi'nden sonra İtilaf Devletleri'nin yaptığı bütün taarruzlar sonuçsuz kalmıştır. Sonrasında yaşanan şiddetli çarpışmalar cephe savaşlarına dönüşünce Mustafa Kemal ordu komutanlığına toplu taarruzu teklif etmiştir. Ancak ordu komutanı Liman Mon Sanders bu cephedeki savaşı Almanya lehine uzatmak istediğinden bu teklif kabul edilememiş ve Mustafa Kemal görevinden istifa ederek İstanbul'a dönmüştür. Çanakkale cephesindeki savaşların sonunda, düşman kuvvetleri dokuz Ocak bin dokuz yüz on altıda Çanakkale'yi boşaltmışlar. Boğazlar kurtarılmış, Osmanlı Devleti yıkılmaktan kurtulmuş ve savaştan saf dışı edilememiştir. Dünya Savaşı iki yıl daha uzamış. Rusya, Alman cephesinde zor duruma düştüğü gibi iç karışıkları da yaşamıştır. Bin dokuz yüz on yedi yılında Bolşevik İhtilali gerçekleşecektir. Anadolu, Mustafa Kemal'i bu savaşta tanımıştır. Mustafa Kemal'in bu savaşlarda gösterdiği başarı kendisinin milli mücadelenin lideri olmasında etkili olacaktır. Gelelim kanal cephesine. Süveyş Kanalı ve Mısır'ın İngilizlerin elinden almak amacıyla Almanya'nın isteği ile açılan bir cephedir. Amaç bu bölgenin ele geçirilmesiyle İngilizlerin Hindistan ve Uzak Doğu'dan asker ve hammadde ikmalini engellemek oldu. Almanya, İngiltere'yi Orta Doğu'da oyalamak istemiştir. Osmanlı kuvvetlerinin yaptığı iki harekatta başarısız olmuş. Bu yenilgiyle İngiliz birlikleri Arap Yarımadasındaki diğer cepheleri artmışlardır. Araplar Şerif Hüseyin liderliğinde bu cephede Osmanlı'ya karşı ayaklanmışlardır. Irak cephesi İngilizlerin petrol bölgelerini kontrol altına almak amacıyla açılmış. Osmanlı'nın İran'a girerek Hindistan'a uzanmasını engellemek istemişlerdir. Rusya ile karadan bağlantı kurabilmeyi amaçlamışlar. İngiltere'nin Basra Körfezi'ne asker çıkarmasıyla bu cephenin açıldığını görmekteyiz. Bu cephede Kutu'l Ammare savaşının ön plana çıktığını görüyoruz. Türk ordusu İngilizlerin elindeki Kutu'l Ammare'yi kuşatmış. Bu bölgedeki İngilizlerin işi beş harf sürmüş ve nihayet açlık sebebiyle General Thomselt komutasındaki yaklaşık on altı bin İngiliz kuvveti Türk birlikleri tarafından esir alınmıştır. Fakat İngiliz birlikleri bin dokuz yüz on yedi yılı başında bekledikleri güce ulaşmışlar ve taarruza geçmişlerdir. Halil Paşa komutasındaki ordu burayı maalesef ki boşaltmak durumunda kalmıştır. Suriye ve Filistin cephesini ele almak ise Kanal cephesinde Osmanlı birliklerinin ardından İngilizler Arap Yarımadasına yayılmış. Bin dokuz yüz on yedi boyunca İngilizler Lawrence aracılığıyla bu bölgede Arap milliyetçiliğini örgütlemişlerdir. Mekke Şerif-i Hüseyin İngilizlere önemli destek vermiş. Dokuz yüz on yedi de İngilizlerin taarruzuyla Kudüs ele geçirilmiştir. Arap ihaneti ve Almanların yardım yapmamaları nedeniyle Osmanlı birlikleri başarısız olmuştur. Bin dokuz yüz on sekizde bu bölgede Yırımdırım Orduları Komutanlığı oluşturulmuş. Bölgede görevli olan Mustafa Kemal İngiliz taarruzuna karşı Halep'in kuzeyinde oluşturduğu hat ile direnmiş ve taarruzı püskürtmeyi başarmıştır. Mondros Ateşkes Anlaşması ile bu cephe kapanacaktır. Hicaz Yemen cephesine geçmek gerekirse Bu bölgede Osmanlı Direnişi simgesi Fahrettin Paşa komutasındaki Medine savunması olmuştur. Medine müdafası, Şerif Hüseyin'in bin dokuz yüz on altı da İngiliz desteğiyle isyan ederek Medine'nin hedef alması üzerine başlayıp tam iki yıl yedi ay sürmüştür. Fahrettin Paşa'yı Bab-ı Ali Medine'yi teslime ikna edemediğinden İngiltere kabine değişikliği istemiş ve hükümeti düşürerek Ahmet Tevfik Paşa kabinesini kurmuştur. Ancak yeni kabinenin de Medine'nin teslimi konusundaki baskıları sonuç kılınca İngiltere Osmanlı Devleti'ne nota vermiş ve savaşı yeniden başlayacağını bildirmiştir. Bunun üzerine padişah VI. Mehmet'in bizzat ricası ve kendi subaylarının iknası sonucu Fahrettin Paşa on Ocak bin dokuz yüz on dokuzda Medine'yi teslim etmiştir. Böylece Medine'deki Osmanlı garnizonu silah bırakan son ittifak devletleri muharip birliği olmuş ve Birinci Dünya Savaşı fiilen sona ermiştir. Galiçya Makedonya cephesi ise Osmanlı Devleti'nin açtığı bir yardım cephesidir. Bin dokuz yüz on altı-bin dokuz yüz on yedi yilları arasında yirmi beş bin askerle Bulgaristan, Almanya ve Avusturya Macaristan'a Osmanlı Devleti destek vermiş. Savaş süresince asker sayısı altmış bine yükselmiştir. Rusya'da ihtilalin çıkmasıyla bu cephede üstün konuma geçildiğini görmekteyiz. Osmanlı Devleti'nin savaştan çekilmesi noktasında Rusya, Almanya, Avusturya ve Osmanlı Devleti Mart bin dokuz yüz on sekizde Bresdiossk Antlaşması'nı imzalamışlar. Buna göre Kars, Ardahan ve Batum Osmanlı Devleti'ne bırakılmıştır. Sultan V. Mehmet Reşat'ın vefatı üzerine Sultan altı. Mehmet Vahdettin beş Temmuz bin dokuz yüz on sekizde Kant'a geçmiş. Eylül bin dokuz yüz on sekizde Bulgaristan'ın savaştan çekilmesiyle Osmanlı'nın müttefiki Almanya ile kara bağlantısı kesilmiştir. Ekim bin dokuz yüz on sekizde Sadrazam Talat Paşa Tepelli kabinesi istifa etmiş. Yerine Ahmet İzzet Paşa hükümeti kurulmuştur. Bu hükümetin ise görevi ateşkes anlaşmasını imzalamak olmuştur. Birinci Dünya Savaşı'nın sonucunda Almanya, Avusturya, Macaristan, Rusya ve Osmanlı İmparatorlukları dağılmış Yerlerine ulus devletler almıştır. Sömürgelerinin tümünü kaybeden Almanya, Avrupa kıtasına çekilmiştir. Monarşinal genel olarak yıkılarak yerine Cumhuriyetler kurulmuştur. Savaş sonunda tüm devletlerde siyasal ekonomik ve bunalımalar ortaya çıkmış. Avrupa'nın pek çok ülkesinde otoriter ve totaliter yönetimler iş başına gelmiştir. Bu dersimizde Birinci Dünya Savaşı'nın genel sebepleri, Osmanlı Devleti'nin savaşa girişi, savaştığı cepheler, imparatorluğun savaştan çekilmesi ve Birinci Dünya Savaşı'nın sonuçları üzerinde durduk. İyi çalışmalar. İşgaller ve Mondros Ateşkes Antlaşması Süreci Merhaba değerli öğrenciler, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bir dersinin altıncı bölümünde otuz Ekim bin dokuz yüz on sekizde Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalanmasıyla ortaya çıkan süreç üzerinde duracağız. Merhaba arkadaşlar. Atatürk ikileri ve inkılap tarihi bir dersinin altıncı bölümünde Mondros Ateşkes Anlaşması bu bağlamda gerçekleşen işgaller ve işgallere karşı kurulan Gemiyetler başlığını ele alacağız. Osmanlı İmparatorluğu'nun bir. Dünya Savaşı sonunda imzaladığı ateşkes anlaşması olan Mondros Ateşkes Antlaşması'nın otuz Ekim bin dokuz yüz on sekiz tarihinde Bahriye Nazırı Rauf Bey ve İngiliz Amiral Kaltrop arasında Limni Adası'nın Mondros sularında imzalandığını görüyoruz. Şunu unutmamalıyız ki Milli Mücadelemizin dayandığı Misakımilli yine bu anlaşmaya göre belirlenmiştir. Buna göre şöyle ifade edilmiştir otuz Ekim bin dokuz yüz on sekiz tarihli anlaşmanın çizdiği hudutlar dahilinde dinen, ırkan ve emelenen Birleşik Osmanlı İslam çoğunluğuyla meskun bulunan aksamın tamamı bölünmez bir bütündür şeklinde ifade edilmişimiz akımiydi. Mondros Ateşkes Antlaşması'yla birlikte Çanakkale ve İstanbul Boğazları açılacak. Kontrolü İtilaf Devletleri'ni teslim edecektir. Sınır güvenliği ve iç güvenlik için gerekli birliklerin dışında tüm Osmanlı ordusu dağıtılacaktır. İtilaf Devletleri güvenliklerini tehlikede gördükleri stratejik noktaları işgal edebileceklerdir. Bu bağlamda yedinci maddenin tüm Anadolu'yu işgale açık bir konuma sevk ettiğini görmekteyiz. Yine telefon santralleri, itilaf devletlerinin denetiminde olacaktır. Toros geçidi işgal edilecek. Yurt içindeki demir yolları, itilaf devletleri kontrolünde olacak. Trans, Kapkasya demiryolu da buna dahil edilecektir. Bleaetisitte yani altı yıl olarak adlandırılan Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbakır, Sivas, Bitlis karışıklık çıktığı takdirde itilaf devletlerince işgal edilebilecektir. Yine bu madde Doğu illerinin işgaline el vermektedir. Anlaşmanın imzalanmasını takiben ilk olarak bir Kasım bin dokuz yüz on sekizde Musul işgal edilmiş. Anadolu hızlı bir işgal edilme sürecine girmiştir. Bu anlaşma Türk milleti için Birinci Dünya Savaşı'nın sona erdirmeyecek. Ve Türk milleti büyük devletlere karşı ya İstiklal ya ölüm sloganıyla bağımsızlık mücadelesini başlatacaktır. Türklerin bağımsızlık mücadelesini başlatmasında ve sürdürmesinde Birinci Dünya Savaşı sonunda ilan edilen milson ilkelerindeki on ikinci madde önemlidir. Buna göre bugünkü Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Türk kesimlerine güvenli bir egemenlik halka tanınmalı. Türk yönetimindeki diğer uluslara da her türlü kuşkudan uzak yaşam güvenliği ile özerk gelişmeleri için tam bir özgürlük sağlanmalıdır. Ayrıca Çanakkale Boğazı uluslararası güvencelerle gemilerin özgürce geçişine ve uluslararası ticarete sürekli açık tutulmalıdır. Diğer yandan Paris Barış Konferansı'nın da bu süreçte etkili olduğunu görüyoruz. Birinci Dünya Savaşı'nın askeri aşaması sona erdikten sonra galip devletler barış anlaşmalarının maddelerini belirlemek için karşılıklı olarak anlaşmak ve kendi aralarındaki siyasi ekonomik problemleri çözebilmek amacıyla Ocak bin dokuz yüz on dokuzda Paris'te bir araya gelmişlerdir. Konferansa ittifak devletlerine karşı savaş açmış olan başta İtilaf Devletleri olmak üzere toplamda otuz iki devlet katılmıştır. Konferansa katılan devletlerin tamamının üye olacağı milletler cemiyetinin kurulmasına karar verilmiştir. Günümüzdeki birleşmiş milletlerin temeli sayılabilecek bu organizasyon birinci dünya savaşının ardından İsviçre'de Ocak bin dokuz yüz yirmide kurulmuş. Amacı ülkeler arasında yaşanabilecek sorunları barışçıl yollarla çözmek olmuştur. Bu cemiyet bir süre çalışmış ancak bazı bir varlık gösterememiş ve iki. Dünya savaşının ardından bin dokuz yüz kırk altı yılında dağılmıştır. Paris Barış konferansının Türkiye açısından değerlendirmek gerekirse konferansa katılan Ermeni temsilcileri Doğu Anadolu'da bağımsız Ermenistan kurulması fikrini ilk kez bir uluslararası konferansta dile getirmişlerdir ve bu istekleri de İtilaf Devletleri tarafından destek görmüştür. Yine Mondros Antlaşması'nda İngilizlere verilen Urfa, Antep ve Maraş Fransızlara verilmiş. İngiltere ve Fransa daha önce İtalya'ya vermeyi tasarladıkları İzmir ve çevresinin Yunanistan tarafından işgal edilmesini kabul etmişlerdir. Bu kararların alınmasında Yunanistan'ın İzmir'in çevresindeki Rumların Müslüman Türkler tarafından öldürüldüğü şeklinde propagandasının etkili olması yanında asıl neden boğazlara çok yakın olan bu bölgede İtalya'nın İngiliz çıkarlarını tehdit edebilecek bir güç oluşturmasından çekilmesi olmuştur. Bu nedenle İtalya ile İtilaf Devletleri arasında Paris Barış Konferansı sırasında ilk görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Mondros Ateşkes Anlaşması sonrasında yurtta gerçekleştirilen işgallere bakalım şimdi. On üç Kasım bin dokuz yüz on sekiz itibariyle İstanbul'un işgal edildiğini görüyoruz. Altmış bir parçadan oluşan donanma, İtilaf Devletleri'nin donanması İstanbul limanına yanaşmış ve işgal faaliyetlerine başlamıştır. Yıldırım Orduları grup komutanlığından ayrılarak İstanbul'a gelen Mustafa Kemal, İtilaf donanmasını görünce geldikleri gibi giderler demiştir. Anadolu'da itilaf devletlerinince gerçekleştiğini işgaller haritada bu biçimde verilmiştir. Yine otuz Ekim bin dokuz yüz on sekiz tarihinden itibaren yurtta gerçekleştirilen işgaller aşağıdaki biçimde olmuştur. Osmanlı Devleti'nin işgaller karşısındaki tutumunu değerlendirmek gerekirse, hükümete göre işgaller karşısında direnmek imkansızdı. İtilaf Devletleri'nin isteklerine abone eğmek en doğru hareket olacaktı. Böylece Osmanlı hanedanı korunacak, saltanat ve hilafiyetin devamı sağlanacaktır. Osmanlı Devleti Mondros Antlaşması sırasında Ahmet İzzet Paşa hükümeti başta bulunurken, işgaller sırasında haksızlıkları önleyemeyeceğini anlayınca istifa etti. Yerine Tevfik Paşa hükümeti kuruldu. Sultan Mehmet Vahdettin, Kanuni İsaati'nin kendine verdiği yetkiye dayanarak meclis mebusunu dağıttı. Böylece padişah ve hükümetin kararlarını denetleyebilecek güç ortadan kalktı. Eşgaller karşısında Sultan ve çevresindekilerin kayıtsızlığını kabullenemeyen Tevfik Paşa hükümeti görevden alınmıştır. Yerine İngiliz hayranı olan Damat Ferit Paşa hükümeti kurulmuş, hükümeti İngiliz çıkarlarına uygun politika izlemiş ve İzmir'in işgale ses çıkarmamıştır. Sonuç olarak hükümet, yüremini yerine getiremediği gibi teslimiyetçi bir politika takip etmiştir. Bu kayıtsız tutum Türk milletinde mücadeleye karar verme azmini yaratmıştır. İşgallere paralel olarak kurulan zararlı cemiyetlerden bahsedeceğiz. Yurtta gerçekleştirilen işgallerin beraberinde kurulan cemiyetler. Öncelikle zararlı cemiyetlerden, azınlıkların kurdukları cemiyetlere bakalım. Mağrim İda Cemiyeti. Rumlar tarafından kurulmuş, İstanbul Patrikhanesi tarafından yönetilmiştir. İzmir ve Doğu Trakya'yı Yunanistan'a katmayı amaçlar. İkincisi Pontos Rum Cemiyeti. Doğu Karadeniz'de eski Rum Pontos Devleti'ni tekrar canlandırmak için Rumlar tarafından kurulmuştur. Bunların ikisi ilk iki cemiyet. Rumların, Yunanlıların kurduğu cemiyetlerdir. Üçüncüsü Ermeni Taşlak ve Hinçak Cemiyeti. Ermeniler tarafından Doğu Anadolu'da bir Ermeni Devleti kurmak amacıyla faaliyet göstermiş ve bu yolda çalışmıştır. Ermeni Taşlak cemiyetinin simgesini bin sekiz yüz doksandaki simgesini görmektesiniz. Diğer yandan milli varlığa düşman cemiyetleri ele alacağız. Birincisi Kürt Teale Cemiyeti. Doğu illerinde bir Kürt devleti kurmak için faaliyette bulunmuştur. Merkezi İstanbul'dadır. Teale İslam Cemiyeti, saltanat ve hilafede desteklemiş ve İstanbul'da kurulmuştur. Üçüncüsü İngiliz Muhitleri Cemiyeti. İngiliz himayesinde yaşamı isteyenler tarafından kurulmuş. Yani İngiliz himayesi İngiliz koruyuculuğu isteyenler tarafından kurulmuş. Padişah ve Sabrazamın da bu cemiyetin üyesi olduğu bilinmektedir. Sulh ve Selameti Osmani Fırkası Saltanafi Hilafeti desteklemiştir. Wilson Prensipleri Cemiyeti Amerika egemenliğini, Amerika mandasını Osmanlı toprakları üzerinde Amerika koruyuculuğunu isteyen kişiler tarafından kurulmuştur. Hürriyet ve İtilaf Fırkası Kasım bin dokuz yüz on bir de İttihat ve Terakki Partisi'ne muhalif olarak kurulmuş. Bu parti müteahhite sonrasında İttihat ve Terakki Partisi'nden intikam alacağım derken ıssız bir milli mücadele düşmanı kesilmiştir. Trabzon ve havalisi Adem ve merkezi Cemiyeti. Bu cemiyeti, davranışlarıyla milli birliği bozduğundan zararlı bir cemiyet olarak nitelendirilmiştir. İlgilusunu da İngiliz Muhitleri Cemiyetinin iyi kimlik kartı örneğini görmektesiniz. Şimdi işgallere karşı Anadolu'da direnççiler tarafından kurulan müdafai Hukuk cemiyetlerini ele alalım. Birincisi Doğu Anadolu Müdafai Hukuk Cemiyeti. Doğu Anadolu'nun Ermenilere verilmesini önlemek amacıyla kurulmuştur. Ardından Trakya'da Trakya Paşa ile Müdafaai Hukuk Cemiyeti'ni ele almak gerekirse Trakya'nın Yunan işgalliğine uğramasını engellemek için Edirne'de kurulmuştur. Trabzon Muhafazai Hukuk, Hukuku Milliye Cemiyeti, Doğu Karadeniz ve çevresinin Rumlara verilmesine ve Rum Pontus Devleti'nin kurulmasına engel olmak için kurulmuştur. Dördüncüsü Kilikyalılar Cemiyeti Adana ve çevresinin Ermenilere verilmesini önlemek amacıyla kurulmuştur diyebiliriz. İzmir Müdafai Hukuk Cemiyeti İzmir ve çevresinin Yunanlara verilmesini önlemek. Milli Kongre Cemiyeti ise İstanbul'da kurulan bu cemiyetin Türklere karşı yapılan haksızlıkları basın ve yayım yolu ile dünyaya duyurmaya çalıştığını görüyoruz. Yani Milli Kongre Cemiyetinin herhangi bir silahlı yaptırım gücüne herhangi bir silahlı askeri birliğe sahip olmadığını bilmek mücadelesini sadece basın ve yayın yolu ile dünyaya duyurmaya çalıştığını bilmek bizim için önemlidir. Son olarak reddi İlhak Cemiyeti yine İzmir'in işgalini önlemek amacıyla kurulmuştur diyebiliriz. Peki müdafaai hukuk cemiyetinin özellikleri ortak özellikleri nelerdir diye sormak gerekirse şimdi bunları ele alalım. Bunlar yani müdafaai hukuk cemiyetleri milliyetçi düşüncenin etkisiyle kurulmuşlardır. Ve az önce saydığımızdan anlaşıldığı üzere bölgesel faaliyet göstermişlerdir. Genellikle basın-yayın yoluyla mücadele etmişlerdir. Birlikten yoksundurlar fakat ülkenin her noktasında kurulmuşlardır. Büyüklerine müdafaa-ı hukuk vatanın ve hukukun korunması noktasında. Küçüklerine istihlas-ı vatan yani vatanı kurtarmak denilmiştir. Bazı bölgelerde israf İslam Şurası olarak da örgütlenmişlerdir. Genellikle örgütleri destekleyenler İttihat ve terakki mensuplarıdır. İzmir'in işgaliye ve milli mücadelenin başlaması başlığına geçelim. Yunanistan İtilaf Devletleri'nin de desteğiyle on beş Mayıs bin dokuz yüz on dokuzda İzmir'i işgal etmiştir. İzmir gençliği işgale karşı direnmiş. Hasan Tahsin ve arkadaşları ilk kurşunu atmışlardır. İzmir'in işgali sürecinde Yunanistan dört günde beş bin Türk'ü öldürmüş. Yine İzmir'in işgali Türk milletini bu bağlamda uyandırmıştır. İşgale karşı başta İstanbul olmak üzere büyük katılımlı mitingler düzenlenmiş. Üsküdar ve Kadıköy mitinglerinde yüzbinler yer almıştır. Vatan Anadolu Kuvay Milliyesi doğmuş Yunanistan'a karşı aktif direniş başlamıştır. İlgili sunu da İzmir'deki Yunan askerlerini görmektesiniz. Buradaki de Yunan kralıdır. Yunanistan'ın işgalini kutlayan Rum kızlarını görmektesiniz. Evet. Gelelim son olarak Amiral Bristol raporuna. Amiral Bristol raporu Türk milli mücadelesi için önemli bir rapordur. İzmir'in işgali sonrasında Yunan ordusunun yaptığı kıyım dünya kamuoyunun tabi ki dikkatini çekmiştir. Bu konunun araştırılması için bir heyet. Oluşturularak İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcilerinin başına Amerika Birleşik Devletleri'nden Amiral Bristol getirilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri o zaman tarafsız bir devlet sayılıyordu. Bunun altını çizmek gerekir. Söz konusu belge ise Türk milli mücadelesinin haklı olduğunu kabul eden ve destekleyen ilk uluslararası belgeleri bu açıdan önemlidir. Bu noktaya ilk ben unutmayalım. Bu belgeye göre ateşkes anlaşmasından sonra İzmir ve çevresinde Hristiyan halkın hayatının tehlikede olduğuna dair bilgiler yanlıştır. Bu bilgileri veren kişiler ve hükümetler sorumludur. İşgalden sonra Batı Anadolu'da yapılan öldürmelerin sorumluluğu Yunanistan'ındır. Yunan askerleri bölgeyi derhal terk etmeli ve yerlerine itlak kuvvetleri gönderilmelidir. İzmir ve çevresinin ulusal prensiplere göre Yunanistan'a katılması söz konusu olamaz. Çünkü bu yerlerde Türk çoğunluk bulunmaktadır. Dolayısıyla az önce de söylediğimiz gibi Amiral Bristol raporu Türk milli mücadelesini Türk milli mücadelesinin haklılığını dünyaya duyuran ve kanıtlayan ilk uluslararası belgedir. Bu bölümde Mondros Ateşkes Anlaşması'nın imzalanmasıyla başlayan Anadolu'nun işgal süreci ve işgale Karşı Kurulan Cemiyetler üzerinde durduk. İyi çalışmalar.