Aşk: Şehvet, Çekicilik ve Arkadaşlık Üçgeninin Bilimsel Temellerle Açıklaması Antropolojiden sinirbilime kadar uzanan alanlardaki bilim adamları, aynı soruyu onlarca yıldır soruyorlar. Aşkın arkasındaki bilimin düşündüğümüzden hem daha basit hem de daha karmaşık olduğu ortaya çıktı. Söylememize gerek yok, aşkın bilimsel temeli çoğu zaman abartılır, öznel yargılar ile aktarılır ve çoğu bilimsel konuda olduğu gibi, yapbozun her parçası hakkında kesin sonuçlar çıkarmak için yeterince bilgi sahibi değiliz. Peki bu konuda neleri biliyoruz, bu meseleyi ancak vücudumuzda gerçekleşen kimyasal formüller ile aşkı bilimsel olarak açıklayabilir. Peki, aşkın gerçekten bir “formülü” varsa, bu nedir ve ne anlama gelir? Beynin Aşka Karşı Tam Tutulması Çekici bulduğunuz biriyle en son ne zaman karşılaştığınızı düşünün. Kekelemiş olabilirsiniz, avuç içleriniz terlemiş olabilir; inanılmaz derecede ahmakça bir şey söylemiş ve oradan uzaklaşmaya çalışırken olağanüstü bir şekilde tökezlemiş olabilirsiniz. Ayrıyeten büyük ihtimalle kalbiniz göğsünüzde küt küt atıyordu. Yüzyıllar boyunca insanların sevginin (ve diğer birçok duygunun) kalpten doğduğunu düşünmesi şaşırtıcı değil. Lakin bunların aksine göre, aşk tamamen beyinle ilgili ve bu da vücudumuzun geri kalanını kontrolden çıkarıyor. Rutgers'dan Dr. Helen Fisher tarafından yönetilen bir bilim adamları ekibine göre, karşı cinse duyulan aşk üç kategoriye ayrılabilir : şehvet, çekicilik ve uyumluluk(bağlanma). Her kategori, beyinden salgılanan kendine ait hormon grubu ile karakterize edilebilir. (Tablo 1). Biraz da Kimyasalları İnceleyelim Şehvet , cinsel tatmin arzusu tarafından yönlendirilir. Bunun evrimsel temeli, tüm canlıların paylaştığı bir ihtiyaç olan üreme ihtiyacımızdan kaynaklanmaktadır. Üreme yoluyla, organizmalar genlerini aktarır ve böylece türlerinin devamlılığına katkıda bulunur. Beynin hipotalamusu bunda büyük rol oynar , testis veya yumurtalıklardan seks hormonları olan testosteron ve östrojen üretimini uyarır (Şekil 1). Bu kimyasallar genellikle sırasıyla “erkek” ve “dişi” olarak kalıplaşmış olsa da, her ikisi de kadın ve erkekte bulunur, az veya çok rol oynar. Elimizdeki bilgilere göre, testosteron hemen hemen herkeste libidoyu artırıyor. Libido artışı östrojende daha az belirgindir, ancak bazı kadınlar östrojen seviyelerinin en yüksek olduğu yumurtlama zamanlarında cinsel olarak daha motive olduklarını bildirmektedir. Aşkın Kendisi, Kendisinin Ödülüdür Bu arada cinsel çekilim, yakından ilişkili olsa da ayrı bir fenomen gibi görünüyor. Çekildiğimiz birine kesinlikle şehvet duyabilirken, bunun tersi de olabilir, ancak biri olmadan diğeri de olabilir. Cazibe, beyindeki “ödül” davranışını kontrol eden yolları içerir (Şekil 1), bu da bir ilişkinin ilk birkaç haftasının veya ayının neden bu kadar canlandırıcı olduğunu kısmen açıklar. Hipotalamus tarafından üretilen dopamin, özellikle beynin ödül mekanizmasında iyi bir oyuncudur - bizi iyi hissettiren durum veya olaylar gerçekleştiğinde salgılanır. Örnek olarak, sevdiklerinizle vakit geçirmek veya seks yapma eylemini içerir.Yüksek dozajda dopamin ve ona bağlı çalışan nöroadrenalin, kişi cinsel çekilim duyduğunda salgılanır. Bu kimyasalların bizim üstümüzde sersemletici, enerji verici ve coşkulandırıcı etkileri vardır.Hatta kimi zaman iştah azalmasına ve uykusuzluğa da yol açar - bu da aslında yemek yiyemeyecek ve uyuyamayacak kadar “aşık” olabileceğiniz anlamına gelir. Aslında nöradrenalin olarak da bilinen norepinefrin, tehlikeli durumlarda savaşma veya kaçma kararlarında büyük bir rol oynadığı için tanıdık gelebilir. Aşık insanların beyin taramalarında aşk kendisini (bahsettiğimiz gibi) ödül merkezinde göstermektedir. Bu merkezde ise yakından baktığımzda, ventral tegmental bölge ve kaudat çekirdeği de dahil olmak üzere beynin birincil “ödül” merkezlerinin, insanlara yoğun bir şekilde ilgi duydukları birinin fotoğrafı gösterildiğinde deli gibi ateşlendiğini göstermiştir. Buna karşın onlara istek duymadıkları birisi gösterildiğinde tarafsız hissettikleri gözlemlenmiştir. (eski bir lise tanıdığı gibi). Son olarak, cazibe , iştah ve ruh hali ile ilgili olduğu bilinen bir hormon olan serotoninde bir azalmaya yol açıyor gibi görünüyor . İlginç bir şekilde, obsesif-kompulsif bozukluktan muzdarip insanlar da düşük serotonin seviyelerine sahiptir, bu da bilim adamlarının aşkın başlangıç aşamalarını karakterize eden aşırı tutkunun altında yatan şeyin bu olduğunu tahmin etmelerine yol açıyor. Arkadaş Bölgesi (Friendzone) Son aşama fakat oldukça önemli, bağlanma(uyumluluk) uzun vadeli ilişkilerde diğerlerine nazaran baskın faktördür. Şehvet ve cazibe romantik karışıklıklara özellikle sebep olsa da bağlanma; arkadaşlıklara, ebeveyn-bebek bağına, sosyal samimiyete ve diğer birçok yakınlığa aracılık eder. Buradaki iki ana hormon oksitosin ve vazopressin gibi görünüyor (Şekil 1). Bu nedenle oksitosin genellikle "sarılma hormonu" olarak adlandırılır. Dopamin gibi oksitosin de hipotalamus tarafından üretilir ve seks, emzirme ve doğum sırasında büyük miktarlarda salınır. Bu, çok tuhaf bir etkinlik çeşitliliği gibi görünebilir - hepsi mutlaka eğlenceli olması gerekmiyor - ancak buradaki ortak faktör, tüm bu olayların bağ kurmanın öncüleri olmasıdır. Ayrıca bağlanma, şehvet ve çekicilik için ayrı alanlara sahip olmanın neden önemli olduğunu açıkça ortaya koyuyor: birinci dereceden ailemize bağlıyız, ancak bu diğer duyguların (şehvet ve cinsel çekilim) burada hiçbir etkisi ve varlığı bulunmamaktadır. Aşk Acıtır Bütün bunlar aşkın pembe resmini çiziyor: hormonlar salgılanıyor, kendimizi iyi, ödüllendirilmiş ve romantik partnerlerimize yakın hissettiriyor. Ancak tüm hikaye bu olamaz: aşka genellikle kıskançlık, düzensiz davranışlar ve mantıksızlık ile birlikte bir dizi olumlu olmayan duygu ve ruh hali de eşlik eder. Görünüşe göre dost canlısı hormon grubumuz aşkın olumsuz yönlerinden de sorumlu. Örneğin dopamin, beynin ödül mekanizmasının büyük çoğunluğundan sorumlu olan hormondur ve bu, hem iyiyi hem de kötüyü kontrol etmek anlamına gelir. Hayatımızda yapmış olduğumuz erdemlerimiz ve kusurlarımız sebebiyle birtakım dopamin dalgalanmaları yaşarız. Aslında, bağımlılık söz konusu olduğunda dopaminin bağımlılıklarımızda önemli bir rolü vardır. Cazibe hissettiğimizde aydınlanan bölgelerin aynısı, uyuşturucu bağımlıları kokain aldığında veya aşırı derecede tatlı yediğimizde de aktifleşir. Örneğin, kokain dopamin artışına normal şartlara kıyasla çok daha uzun süre sebep olur,yani geçici bir "yüksek"(mutluluk) duruma yol açar. Bir bakıma, cazibeye kapılmak başka bir insana bağımlılık gibidir. Benzer şekilde, eşlerimize duygusal olarak bağımlı hale geldiğimizde olduğu gibi maddelere bağımlı hale geldiğimizde de aynı beyin bölgeleri faaliyet gösterir (Şekil 2). Madde yoksunluğu çeken uyuşturucu bağımlıları ile istediği partneri elde edemeyen veya ayrılmak zorunda kalan aşıklar arasında pek de bir fark yoktur. Hikaye oksitosin için de az biraz benzer: neredeyse her şeyde olduğunu gibi fazlası zararlı olabilir. MDMA ve GHB gibi parti ilaçları üzerine yapılan son araştırmalar, oksitosinin bu kimyasalların ürettiği; iyi hissettiren ve sosyal hayatımızdaki davranışların arkasındaki hormon olabileceğini gösteriyor . Bu durumda oksitosinin fazlası kişinin çevresinden uzaklaşmasına, saldırgan ve dikkatsiz davranmasına neden olabilir. Ayrıca “bağlayıcı” bir hormon olan oksitosinin rolü, zaten sevdiğimiz insanlara karşı olan olumlu duygularımızı daha da güçlendirmeye yardımcı oluyor gibi görünüyor. Yani ailelerimize, arkadaşlarımıza ve diğer önemli kişilere daha çok bağlandıkça oksitosin arka planda salgılanıyor, bize bu insanları neden sevdiğimizi hatırlatıyor ve onlara olan sevgimizi artırıyor. Bu, tek eşlilik için iyi bir şey olsa da, bu tür davranışlar her zaman olumlu değildir. Örneğin oksitosinin etnosentrizmde (kültüre-kabileye olan bağlılık) rol oynadığı, zaten yerleşik kültürel gruplarımızdaki insanlara olan sevgimizi artırdığı ancak diğer insanları ise daha yabancı gösterdiği de öne sürülmüştür (Şekil 2). Bu nedenle, dopamin gibi oksitosin de biraz iki ucu keskin bir kılıç olabilir. Ve son olarak, utanç olmadan aşk nasıl olurdu? Cinsel uyarılma (ancak bağlanmanın zorunlu olmadığı) , beynimizde, prefrontal korteksin bölümleri de dahil olmak üzere, eleştirel düşünmeyi, öz farkındalığı ve rasyonel davranışı düzenleyen bölgeleri kapatıyor gibi görünmektedir (Şekil 2). Kısacası aşk bizi aptallaştırır. Yani kısacası aşkın bir çeşit “formülü” vardır. Ancak, devam eden bir çalışma ve cevapsız kalan birçok soru var. Ve şimdiye kadar fark ettiğimiz gibi, denklemin karmaşık olan sadece hormon tarafı değil. Aşk sizin için hem en iyi hem de en kötü şey olabilir - bizi sabahları uyandıran şey sonradan bir daha asla uyanmak istemememize neden olan şey olabilir. Çeviri Kaynak: https://sitn.hms.harvard.edu/flash/2017/love-actually-science-behind-lust-attraction-companionship/