Sizi bilvesile tanıştırayım: Hüseyin Ağabey'imiz 12 Eylül döneminde o meşhur tezgahlardan geçmiş, on yıldan fazla yatmış, yaşam birikimi çok yüksek, Antalya satrancının öncü isimlerinden çok sevip saydığımız bir ağabeyimiz. Hakan Bey de İstanbul satrancı için çok yararlı çalışmalar yapan saygıdeğer bir beyefendi. Asmalımescit tarafında görenin hayran kaldığı bir mekanları var. Sezonda sürekli ve iyi şartlarda turnuvalar yapıyorlar. Satranç eğitimine yönelik çalışmalar da yapıyorlar. Hakan Bey yalnızca İstiklal Satranç Spor Kulübü başkanı da değil, bildiğim kadarıyla epey başka STK'larda da yöneticilik görevlerini sürdürüyor. 2023 Nisan'ında dernek lokalsiz kalınca Hakan Bey derneğe bir teklifte bulundu: "Gelin, dernek merkezini bizim mekan yapalım, siz istediğiniz gibi gelin, çay-kahve de bedava. Hiçbir şey düşünmenize gerek kalmasın. Dernek yönetimini de ben ve ekibim üstlenelim; siz de satrancınıza bakın." Bu teklif üyeler tarafından iki farklı şekilde karşılandı: İlk grup bu teklife genel olarak sıcak bakarken, ikinci grup bu teklifi "derneği ele geçirmek istiyorlar!" olarak algıladı. Bu gruptan, derneğin hatırı sayılır "Amca" lakaplı üyesiyle Hakan Bey arasında sözlü atışma oldu. Etrafındaki üyeler de kırk yıllık amcalarının yanında durdular. Hakan Bey'in "şeytanlaştırma" şeklinde bahsettiği bu. Hakan Bey'in bu teklifine alternatif olarak da derneğin elinde hiçbir şey yoktu. Bu teklif kabul edilmezse derneğin elde kalan eşyaını bir depoya kaldıracaktık ve dernek belirsiz bir süre için lokalsiz kalacaktı. Buraya kadarı objektif tarih. Kalanının bir kısmını kendi penceremden anlatıyorum: Bu şartlar altında ben de derneğin toptan gömülmesindense Hakan Bey'in önerisinin bazı modifikasyonlarla kabul edilmesi yönünde fikir belirtmiştim. Görüşmeler sonunda, beş kişilik YK'nın üç koltuğu yine Hakan Bey ve ekibinde kalmak üzere, üç kişi Hakan Bey'ler ve iki kişi "eski tüfek İSD'liler" şeklinde bir kompozisyon üstünde anlaşmaya varıldı ancak o gün usule ilişkin nedenlerle seçim yapılamadı ve genel kurul ertelendi. Bir sonraki toplantıya kadar geçen zaman zarfında "eski tüfekler" boş durmamışlar. Ben de sonraki genel kurul'dan ancak iki gün önce öğrendim ki bu üyeler, "derneği depoya taşımak, uykuya yatırmak, bu sürede ve kiraların bu devrinde yeni bir lokal yeri aramak ve tabii Hakan Bey'e yönetimi vermemek" varyantını derinleştirmişler. Yine Hakan Beyefendi'nin mekanında yapılan ikinci Genel Kurul toplantısına gittim, bir de baktım ki İzmir'den Alper Efe Ataman kalkmış gelmiş, Selim Çıtak gelmiş, yönetime talip olmuşlar. Benim bildiğim hesapta hiç Alper'in ve Selim'in gelip böyle şeyler yapacağı yoktu. Özellikle Alper'in başka şehirden kalkıp gelip derneğin geleceğini önemsediğini göstermesi hem beni, hem de oradaki üyelerin çoğunu etkiledi. Diğer tarafta şu ayrıntı var: Hakan Bey'in listesinde "eski tüfekler" kadrosunu temsilen Görkem Sivri ve benim adlarım vardı. Yeni "eski tüfekler" listesinde ise yine birinci isim olarak Görkem Sivri'nin yanında Selim Çıtak, Sarven Çakmak, Umut Kazankaya ve Kemal Tosun isimleri vardı. Gel gelelim, "Blok liste" diye bir uygulama olamıyormuş ve bunun neticesinde herkes bireysel olarak aday oldu, oy kullananlar adaylardan tercih ettikleri beş ismi karışık olarak yazdılar. Seçim bu tabloda gerçekleşti ve herkes kafası karışık biçimde kendine uyacak beş isim için oy kullandı. Aslında olayla ilgili bir geçmişten gelmesem, konuya o gün dahil olsam oylarımın tamamını Selim'lerin listesini kopyalamak şeklinde kullanmak isterdim ancak Hakan Bey tarafına da verilmiş bir sözüm vardı. Böylece Hakan Bey'i, aday gösterildiğim için kendimi ve sonrasında da Selim'in listesinin ilk üç ismini yazarak kendi oyumu kullandım. Nitekim, üyelerin çoğunun kafasında benimkine benzer çözülmemiş çelişkiler olacak ki, oylama neticesinde -her iki listede de ismi olan- Görkem Sivri oyların tamamını aldı. İkinci yüksek oyu Hakan Bey aldı. Yanlış anımsamıyorsam o da yalnızca 5-6 oy fire verdi. Yani üyeler, Amcalarından yana durdular ama iş mantık ve vicdan zeminine geldiğinde Hakan Bey'e oylarını da verdiler. Ben olsam bu tabloya "şeytanlaştırma" diyemezdim. Bu noktada Hakan Bey'in gözardı etmiş olabileceği bir husus olduğunu düşünüyorum: 80 yıl bir dernek için bile çok uzun bir süre. Bu sürede derneğin atlattığı badireler ve edindiği deneyimler çok fazla. Örneğin bir Yavuz Taner dönemi var ki evlere şenlik. Derneğin "dernek" olma durumunun zirvesi. Saat 21:30 civarına kadar satranç, sonra sabaha kadar içki-kumar ikilisi. Beyoğlu'nun ortasında 24 saat yaşayan, capcanlı bir dernek. Üstelik, kimse adamdan hesap da soramıyor. Sorana ceketin cebinde bir balya para çıkarıp sallayarak, "para var, kira ödeniyor, daha ne soruyorsunuz?" diyormuş. Sonrasında Vatan Abi sabah gelince sağdan soldan bira şişelerini topluyor, etrafa çeki düzen verip masum üyelerin satranç oynayabileceği bir yer haline getiriyor ve bu böyle yıllarca sürüp gidiyor. Saçma sapan başka bir olay yüzünden Yavuz Taner kendi gitmese belki çok daha uzun da sürecekti. [Ben de derneği, şanının ülke sınırlarını aşmış olduğu devirde ilk kez gördüm. Gerçekötesi bir yerdi ama işte, günümüz dünyası çok sevimsiz derecede steril oldu; artık öyle şeyler olamıyor.] Üyelerin pek çoğu belli bir yaşın üzerinde. Bu adamlar 12 Eylül döneminde "milli maç var. hazırlanmamız lazım" diyerek İSD'yi de açtırmışlar, 1980-1990 yılları arasında "gölge dernek" olarak devlette kayıt olmadan hayatlarını sürdürmüşler, dernek binası yanmış ve açıkta kalmışlar, federasyonun İSD içindeki odasından çıkarılıp Ankara'da devlete bağlı federasyon kurulmasını görmüşler, sonra yukarıda anlattığım dönemi de yaşamışlar ve arada birçok başka olaylara da şahit olmuşlar. İşte bu adamların Hakan Bey'e karşı bir husumeti yoktu. Onlar, yönetimi kontrolsüz bir biçimde tek kişiye vermek istemiyorlardı, yoksa Hakan Bey'in dernek başkanı olmasına da karşı değillerdi çünkü hepimizin iyi bildiği üzere, satranççı adam gelip güzel şartlar altında satrancını oynayabildikten sonra yönetimle ilgili işlere karışmayı, kafasını böyle dünyevi işlerle ağrıtmayı zaten sevmez ancak dernekte iplerin kontrolsüzce tek kişinin eline verilmesinin sıkıntılarını da -en azından Yavuz Taner'den- biliyorlardı. Bunlara bağlı olarak, ben de dahil, oradaki arkadaşların aslında çoğu aşağı-yukarı dedi ki: "Hakan Bey başkan olmak istiyorsa olsun. İyi şeyler yaparsa zaten destekleriz. Bizde bir başkan iyi gidiyorsa önü kesilmez, kendi bıkana kadar başkan kalır, biz de oyunumuzu oynarız. Ancak, biz bir yandan da büyüklerimizden devraldığımız bir geleneği temsil ediyoruz, öyle ki, zaman içinde artık bizim de bir parçamız haline gelmiş. O parçamızı yok edebilme yetkisini de kimseye vermek istemiyoruz." Diğer yanda Hakan Bey, "ya verdiğim liste seçilir ya da ben istifa ederim." şeklinde seçimden önce karar bildirmişti. Oylamada Görkem ve Hakan Bey'in ardından gelen Selim Çıtak, Sarven Çakmak, Umut Kazankaya ile bir yönetim seçilmiş oldu. Hakan Bey'in kendi dışında, listesinden kimse seçilemeyince Hakan Bey söylediği şekilde yönetimden istifasını verdi. Benim açımdan hikaye burada bir daha karıştı: Umut Kazankaya'dan sonraki en yüksek oyu da ben almıştım. Oysa seçimden önce "kimler aday?" diye sorduklarında işler zaten karışıktı, kimse beni aday göstermedi, ben de kendime "tamam, karışma, kal kenarda!" dedim zira Hakan Bey'in listesinin tamamını seçtirmesi zaten imkansız görünüyordu. Son anda Azmi Barut "Can da var! Tabii, Can da aday!" dedi, ismim öyle yazıldı. Hakan Bey istifa ettiğinde YK üyeliği sırası bana geliyordu. Oysa benim kafamda aslında öyle bir şey yoktu. Görüldüğü kadarıyla Selim Çıtak'ların tarafta da böyle bir durum yoktu. "Derneği depoya taşıyalım" fikri (literatüre kısaca "depo varyantı" olarak girdi) benim savunduğum fikir değildi; ben aksini savunuyordum. Hakan Bey'in olmadığı bir durumda yönetime girdiğimde ise "depo varyantını uygulamakla mükellef" yönetimin parçası olacaktım. Üstelik varyant bana çok sonsuz bilinmez geliyordu. Kiralar ateş pahası, derneğin beş bin lirası var, elli bine yakın borcu var. Masa ve sandalyeler bile gitmiş. Bu şartlarda aklı başında kim olsa, daha Hakan Bey "ben istifa ediyorum." dediği anda "benim de işim çıktı!" der, istifa eder ve kaçar. Öyle olmadı. Tabii önce elimden geleni yaptım. Hakan Bey'e gittim: "Bakın, siz istifa edince ben YK'ya giriyorum ama benim için şahsi olarak YK'ya girmemden önce derneğin durumunun düzelmesi geliyor. Diğer tarafla konuşup bir ortak zemin bulmayı deneyemez misiniz?" diye sordum. O noktada dahi, Hakan Bey istifa etmese ve yönetim seçildiği şekliyle kesinleşse, Hakan Bey o gün İSD'nin başkanı olabilirdi çünkü derneğe vereceği katkıların yanında kimse "ama Görkem daha fazla oy aldı" demezdi, diyemezdi de. Devamında derneği düzgün yönetse -ki yönetememesi için hakikaten hiçbir neden yok- bir ya da en fazla iki sonraki seçimde zaten kimse karşısına aday olarak bile çıkmazdı, işte o zaman istediği beş kişiyi de seçerlerdi çünkü kimse derneği "benim malım" diye görmüyor. İşler yolundaysa kimse için mesele yok. Ancak bu da öyle olmadı, Hakan Bey "ben bir şey söyledim, şimdi de söylediğimi yapıyorum!" dedi ve istifa etti, ben de korkulan tabloyla başbaşa kaldım: "Çok sevdiğin derneğin en topu atmış halinde, ya toptan gömecek ya da ayağa kaldıracak ekibin içindesin. Ortası yok. Düne kadar hayat çok rahattı. Şimdi buyur bakalım!" Her yerde yaşanan zorlukları anlatıp ağlayacak değilim, daha önce de çeşitli vesilelerle yazdım, o yüzden özetle: Oldukça sıkıntılı bir süreçte bir yandan derneğe lokal aranırken, diğer yandan da bugünün dünyasına entegre bir topluluk modeli inşa edildi. Sonuçta dernek tepeden tırnağa restorasyondan geçti. Velhasıl, ben de bu süreçte üstüme düşeni gücüm elverdiğince yapmaya çalıştım, gücümün tükenme noktasında da kenara çekildim, dernek tarihini yazıyorum. Bunların ışığında: Geçen pazarki Genel Kurul'da Hakan Erdoğan'ın "hayır" oyu kullanmasını anlayabiliyorum çünkü Hakan'ı tanıyorum. Fikirlerine katılın ya da katılmayın; anlattıklarının kendi içinde bir tutarlılık vardır. Bazan elindeki veri hatalıdır, olmuyorsa oradan olmaz, yoksa tutarlı olduğu için öngörülebilirdir de. Böylece ben Hakan'ın "hayır" oyuna kilitlenmiş şekilde geleceğini kestirebiliyordum. "Hayır" oyu kullanan üçüncü üyemizin kararında ise "böyle mantıksız iş olmaz!" saptamasının etkili olduğunu düşünüyorum. Ancak, örneğin bir sahil kasabasında yalnızca iki balıkçı restoranı olsa, bunlardan biri tamamen benim, diğerinde de ufak bir hissem olsa... Bu ikinci restoranda işlerin sürebilmesi için öyle bir yatırım yapılması gerekse ki, restoran 11-12 yıl boyunca kapalı kalacak olsa... ...ve çıkıp desem: "hemen yatırım yapılsın! hiç vakit kaybedilmesin çünkü..." ... sonrasında ne söyleyeceğimi kimse dinlemezdi. Hakan Bey'in verdiği "hayır" oyunun da -sonrasındaki retorik nasıl olursa olsun- bu kabilden algılanacağını düşünüyorum. Özetle Hüseyin Ağabey, "dernek 11-12 yıl kapalı kalmak" anlamına da gelen bir hukuki süreç" seçeneğine karşılık, "spor kulübü olarak devam" varyantına girdi. Birçok açıdan da daha iyi oldu. Şimdi İSD1943 "spor kulübü" olarak yeni bir yönetim seçecek. Bakalım dernekten spor kulübüne dönüşünce neler değişecek?