Ivy, 1999 yılında Kaliforniya’da dünyaya gelmişti. Annesi Veronica, Ivy’ye hamile kaldığında Stanford Üniversitesi sanat tarihi 4. Sınıf öğrencisiydi ve sevgilisi Hanry ile Midtown’da ufak bir stüdyo dairede yaşıyorlardı. Hanry yeni mezun olmuş bir avukattı. Liseden beri birlikteydiler ve aileleri evlenmelerini planlamıştı bile. Veronica’nın hamileliği onun dışında kimse için sorun olmamıştı. Hanry bu durumdan gayet memnundu, zaten planı ailelerinin de yaşadığı Riverside’a dönüp annesinin hukuk firmasında işe başlamak ve aile kurmaktı. Ama Veronica’nın hayalleri aynı doğrultuda değildi, NewYork’a gidip yüksek lisans yapmak istiyordu, belki Manhattan’da bir galeri de çalışırdı ya da özel müşteriler için sanat danışmanlığı yapabilirdi. Geleceğiyle ilgili net çizilmiş bir yolu yoktu, belki her şeyi bırakıp dünyayı bile gezebilirdi ama büyüdüğü kente dönüp bir aile kurmak bir hayal değildi onun için, hatta kurduğu hayaller tam o noktada bitiyordu. Ivy’e hamile kaldığı an bütün hayalleri silinmişti. Belki de bu bebeği, ayaklarına dolanıp özgürlüğünden alı koyan bir sarmaşık olarak gördüğü için ona Ivy ismini uygun görmüştü. Veronica ve Hanry, Riverside’a dönüp evlendiler ve Veronica hayallerinden vazgeçişinin acısını hayatı boyunca taşıdı. Hanry’nin büyükbabasından kalan eve taşındılar, iki katlı tatlı bir evdi. Evin tadilat masrafları Veronica’nın ailesi tarafından düğün hediyesi olarak karşılandı. Evin, bir salonu, yemek odasıyla birleşen büyük bir mutfağı, 2 yatak odası, Hanry ve Veronica için iki çalışma odası ve Ivy için kocaman bir bahçesi vardı. Veronica’nın çalışma odası arka bahçeye bakıyordu, Ivy bahçede oyun oynarken bazen camın arkasında annesinin onu izlediğini hissederdi. Ivy’nin çalışma odalarına girmesi kesinlikle yasaktı. Ivy 4 yaşındayken gizlice annesinin çalışma odasına girip büyük tuvalleri ve renk renk boyaları gördüğünde hayatının geri kalanında ne yapacağına karar vermişti. Odadan gizli gizli boyalar çalıp kendince harika sanat eserleri çıkarıyordu, annesi öğrenirse kızacağından emin olduğu için bu sanat eserlerini gizliyordu. Tabi buna gizlemek denirse, yemeğe elleri kıyafetleri boya içinde oturuyordu genelde. Annesi ve babası birbirlerine işaret edip gülüyorlardı ama Ivy’nin çok iyi gizlediğinden hiç şüphesi yoktu. Annesi odasını toparlarken yatağının altında yaptığı resimleri bulduğunda artık bütün sırrı açığa çıkmıştı. Veronica görmemiş gibi yapıp her şeyi olduğu yerde bırakabilirdi ama Ivy yaşına göre gerçekten yetenekliydi ve Veronica bu yüzden ilk kez çocuk yetiştirme konusunda heveslenmişti. Ivy onun sanat projesi olabilirdi. Öyle de oldu. Veronica, Ivy’nin yaptığı her resmi büyük bir ciddiyetle eleştiriyor onu resim kurslarına yazdırıp en kaliteli malzemeleri alıyordu. Artık çalışma odasına girip, annesinin tablolarına dokunmadığı sürece, ihtiyacı olan şeyleri almak da özgürdü. Ivy ilk kez o yaşlarında annesiyle bağ kurabilmişti. Babası için yaptığı her şey çok tatlıydı, Ivy’nin çizimlerini ofise götürüp masasının arkasındaki panoya asıyor ve gelen herkese gösterip “Sanatçısı benim kızım.” diye şakayla karışık övünüyordu. Cuma akşamlarının geleneği Hanry’nin ailesinin evinde akşam yemeği yemekti. Veronica, Ivy’i cuma öğleden sonra Hanry’nin yanına bırakıyor ve birkaç saatini civardaki sanat galerini gezerek geçiriyordu. Ivy ofiste olmayı çok seviyordu, orda çok popüler bir sanatçıydı. Babası çalışırken o büyükannesinin çalışma odasında onun için haftalık çizimini yapıyor ve herkese gösterip övgüleri topluyordu. Büyükannesi Celia, başarılı bir avukattı, sahibi olduğu hukuk firmasını eşi William’la beraber kurmuştu. William, Ivy doğmadan yıllar önce ani bir kalp krizi sonucu ölmüştü. Bu yüzden Celia’nın tek varlığı oğlu ve tabi ki daha sonra torunu Ivy olmuştu. Torununu şımartmayı severdi, o da babası ve babasının babası gibi avukat olsun istiyordu ama Ivy bu planlar için daha çok küçüktü. O yüzden bu küçük sanatçının çizimleri şimdilik onun için de bir gurur kaynağıydı. Cuma günün gelmesi ve torunuyla vakit geçirebilmesi için sabırsızlanırdı. Ivy’e sürekli William’la olan anılarını anlatır, yaşasa onu ne kadar seveceğinden bahsederdi. Ivy büyükbabasını tanıyabilmeyi her hikayeyle daha çok isterdi. Bazen babasına William hakkında sorular sorardı ama bu soruların babasının canını acıttığını fark ettikten sonra sorularını büyükannesine saklamaya karar verdi. Neyse ki annesinin anne ve babası hayattaydı. Ivy pazar günlerini onlarla geçirirdi. Büyükannesi onu tıka basa yedirir, büyükbabası ise yediği bütün yemekleri erittiğinden emin olurdu. Bazen pazar sabahları Ivy’i erkenden alıp balığa götürürlerdi. Büyükbabasının tuttuğu balıklar bazen Ivy’nin boyunda olurdu. Ivy balıklardan biraz korkuyordu ama büyükbabasını incitmemek ve genellikle çok eğlendiği bu eğlenceden mahrum kalmamak için söylemezdi. Çünkü gerçekten bu pazar sabahları çok eğlenceli geçiyordu, büyükbabası balık tutma konusundaki yeteneğine rağmen oldukça sakardı. Bu yüzden büyükannesiyle sürekli tartışırdı ve Ivy onlara gülerken sürekli suya düşme tehlikesi atlatıyordu. Veronica’nın İtalya’da yaşayan bir de ablası vardı, evli ve Ivy’den bir yaş büyük ikiz oğulları vardı. Yaz tatillerinde büyük anne ve babalarını görmeye Riverside’a gelirlerdi. Ivy, kuzenlerinden pek haz etmezdi. Onların yanında kendini yalnız hissediyordu, bazen aralarında İtalyanca konuşuyorlardı. Ivy ne dediklerini anlamıyordu ama onun hakkında konuştuklarından çok emindi. Bu saygısızlıklar yetmezmiş gibi bir de büyükanne ve babasını da çalıyorlardı. Onlar yılda sadece bir kez geldikleri için daha çok ilgi görüyorlardı ve bu durum Ivy’i çıldırtıyordu. Ivy bir keresinde balık tutarken ikizlerden birini “yanlışlıkla” suya bile düşürmüştü. Suda pirana yaşamıyor oluşu Ivy için büyük bir hayal kırıklığıydı. Ivy 5.5 yaşına geldiğinde ailesi davranışlarında bazı değişiklikler fark etmeye başladı. Ivy bazen asla uyumak istemiyor, enerjisi hiç bitmiyor ve insanları bezdirene kadar konuşuyordu. Bazen annesini çileden çıkarıyordu. Hep bu kadar değildi ama ailesi bu haline alışıktı. Bazense Ivy hiç kendi gibi değildi. Yataktan çıkmak istemiyor, konuşmuyordu, ani ağlama nöbetleri geçiriyordu. Bu süreç tam olarak annesinin hamilelik sürecine denk gelmişti. Veronica 2. Çocuğuna hamileydi ve Ivy’nin bu tavırları yeni bir kardeşi istememesine yoruluyordu. Ivy’nin kıskanç bir çocuk olduğu biliniyordu, o yüzden kimse tavırlarını pek sorgulamıyordu. 6 Ay sonra kardeşi Jack dünyaya geldi. Ivy’nin duygu durumu kardeşi doğduğu sıralar daha pozitifti. Bir kardeşi olduğu için mutluydu, onu ilk başlarda yeni oyuncağı sonrasında ise yeni bir oyun arkadaşı olarak planlamıştı. Kuzenleri hadi şimdi gelsindi. Jack çok yaramaz bir bebekti, bu durum Ivy’i çok eğlendiriyordu. Ivy’nin en boş bakan bebeği Jack’ti, dünyada ne olduğuyla ilgili hiçbir fikri yok gibi görünüyordu ki pek yoktu da. Ivy, Jack’e çok uzun bir süre “Dingil bebek” diye hitap etti. “Babaaa dingil bebek mutfakta un yiyor”, “Annee dingil bebek babamın çalışma odasına girmiş”, “Dingil bebek annemin yeni vazosunu kırdı” (muhtemelen kıran Ivy’di)… Ivy 6 yaşındayken kreşe başladı, arkadaş edinmeyi öğrenmek için biraz geç kalmıştı, bu yüzden bu dönem onun için çok zor oldu. Normalde yetişkinlerle takılmaya alışıktı, onlarla sohbet etmeyi severdi, bu kreşteki çocuklar dingil bebekten daha bebektiler. Ivy kreşteki vaktinin çoğunu yargılayıcı bakışlarla çocukları izleyerek ya da resim yaparak geçiriyordu. Dönem dönem Ivy’nin tavırlarında değişiklikler hala oluyordu ama annesi ve babası bunu fark edebilecek durumda değildi. Evde sürekli ağlayan ve asla yerinde durmayan bir bebek vardı ve babasının firması büyümeye gidiyordu o yüzden işler çok yoğundu. Bu yüzden Ivy’de ki bu değişiklikleri fark eden kişi kreşteki öğretmeni olmuştu, Ivy’yi önce kurumdaki pedagog ile görüştürdü. Pedagog bir süre Ivy’i gözlemledikten sonra ailesini görüşmeye çağırdı ve Ivy’nin dönemsel duygu durum değişikliklerinden bahsedip bunların bipolar belirtileri olabileceğini söyledi. Veronica bu cümleyi duyduğunda öfkeden deliye döndü, saçma sapan bir diplomayla nasıl kızına böyle yakıştırmalarda bulunabilirdi, kızı bipolar olsa o fark etmez miydi, bu ailelerine ve onun anneliğine yapılmış bir hakaretti, kızının hiçbir problemi yoktu, yeni bir kardeşi olmuştu ve bu yeni düzene ayak uydurmakta biraz zorlanıyordu o kadar… Sizi dava edeceğiz gibi pek çok tehdit savurduktan sonra odadan çıktı. Hanry yaşananları anlamlandırmakta zorlanıyor gibi görünüyordu ve tepkisi karısınınki kadar sert değildi. Kurum çalışanından özür dileyip odadan çıktı. Arabaya yaklaştığında Veronica, Ivy’i arka koltuğa oturtmuş söylenerek kemerini takmaya çalışıyordu. Hanry sessizce sürücü koltuğuna geçti ve Veronica yanına oturduğu anda ondan sakinleşmesini rica edip bunu evde konuşmalarının daha doğru olacağını söyledi. Ivy korkulu gözlerle bir annesine bir babasına bakıyordu, kesin yaptığı yaramazlıkları şikayet etmişti o gıcık öğretmen. Annesine bakıp çekinerek “Anne iyi misin?” diye sordu, “Hayır! İyi değilim Ivy” dedi öfkeyle Veronica. Ivy artık sorunun kendisi olduğundan emindi. “Daniel’ın kolunu ısırdığımı mı söylediler?” diye çıkıvermişti ağzından birden, aklı ilk gelen yaramazlığı buydu. Annesi öfkeyle arkasını dönüp “Birinin kolunu mu ısırdın Ivy?” diye kızdı, “Ama o da yaptığım resmi yırttı!” diye savunmaya geçti hemen ama annesinin şaşırmasından anladığı kadarıyla sorun bu değildi. Hanry, Veronica’yı sakinleştirip “Lütfen bu konuşmaya evde devam edelim” diye tekrarladı ama Ivy öğrenmeden asla susmayacak gibi görünüyordu. “Tamam, öğretmenin çantasına kurbağa koyduğum için kızacaksanız eğer ilk önce o başlattı!” Veronica ve Hanry bir an durup birbirlerine baktılar ve Veronica kahkahalarla gülmeye başladı, ardından Hanry de ona katıldı ikisinin de sinirleri çok bozulmuştu. Bu kadar gülmek Veronica’yı sakinleştirmiş gibi görünüyordu. Eve geldiklerinde, büyükannesi kucağında Jack’le beraber kapıda bekliyordu. “Niye bu kadar uzun sürdü? Bir sorun yok değil mi?” diye sordu sesi endişeli geliyordu ama zaten konu Ivy olunca onun sesi hep endişeli olurdu. “Sonra konuşuruz anne, Jack’le ilgilendiğin için teşekkür ederim” dedi ve büyük annesinin kucağından kurtulmak için çırpınıp duran Jack’i alıp içeri girdi. Büyükannesi eğilip Ivy’e sıkıca sarıldı, “Bir sorun yok değil mi tatlım?” diye sordu. “İnan ben de bilmiyorum büyükanne” dedi Ivy, “Ama Pazar günü balık tutmaya gidebilir miyiz? Birkaç tane daha kurbağaya ihtiyacım olabilir.” Büyük annesi sessizce kıkırdadı. O gün akşam yemeği çok sessiz geçmişti, annesi ve babası Jack’in yere bir şeyler fırlatıp dikkatlerini dağıtmadığı sürece, uzun uzun Ivy’e bakıyorlardı ama Ivy bezelyeleri ve makarnayı kullanarak yenilebilir bir sanat eseri ortaya çıkarmakla çok meşgul olduğu için bu durumu fark etmedi. Çocukları uyuttuktan sonra Veronica ve Hanry o gece uzun uzun konuştular. Veronica bir daha kızının o kreşe geri dönmeyeceği konusunda çok netti ama Hanry’nin asıl endişelendiği konu Ivy’di. Eşini mümkün olduğunca sakinleştirdi ve Ivy’nin bir uzmanla görüşmesi koşuluyla farklı bir kreş bulacağı konusunda sözler verip Veronica’yı ikna etti. Ivy artık kreşe gitmiyordu ve bundan asla şikayetçi değildi, sadece haftanın belli günleri bir kliniğe gidip insanlarla konuşuyor ve bazı testlere tabi tutuluyordu. Bu süreç yaklaşık dört ay sürdü ve sonunda Veronica’nın en büyük korkusu gerçekleşti; Ivy’e tip 2 bipolar bozukluk teşhisi kondu. Veronica bu haberi aldığı ilk iki gün boyunca sürekli ağladı. Bütün ailesi Ivy’e sürekli hüzünlü bir ifadeyle bakıyorlardı ve Ivy ne istese hemen kabul ediyorlardı. Ivy bu durumdan artık korkmaya başlamıştı, önce doktorlar şimdi bu. Bir gece babası ona masalını okumuştu ve artık uyuması gerektiğini söyleyerek üstünü örtüyordu ki Ivy, babasının gözlerinde yine aynı bakışı gördü. Artık daha fazla dayanamamıştı yatağında doğrulup “Baba ben de büyükbabam gibi ölecek miyim?” diye sordu, tanıdığı ölmüş tek kişi oydu. Babası bu soru karşısında şok olmuştu, “Tabi ki ölmeyeceksin, sakın bir daha böyle bir şey düşünme.” deyip sıkıca sarıldı. Ama Ivy özellikle lise yıllarında bunu pek çok kez düşünecek, sadece düşünmekle kalmayıp bu konuda konuşacaktı ve hayatının en büyük pişmanlığını yaşayacaktı. Ama o günlerde bu soru sadece uzun bir psikolog seansına mal olmuştu. Psikoloğun yanına önce Veronica ve Hanry girdi, daha sonra Ivy’i içeri çağırdılar ve psikoloğun gözetmenliğinde Ivy’e durumu açıkladılar. Bazı günler kendini daha farklı hissedebilirdi ve bu tamamen normaldi. Bir hastalığı vardı ama bu çok ciddi bir şey değildi; onun bazen daha mutlu, heycanlı bazense mutsuz ve keyifsiz hissettirebilirdi. Düzenli ilacını kullandığı sürece bu hastalığı hatırlamayacaktı bile. Ara sıra buraya gelip psikolog ablayla biraz sohbet etmesi gerekecekti, ki bu Ivy için sorun değildi o konuşmaya bayılırdı. Ivy en başta biraz korksa da daha sonra rahatlamıştı. Bu artık hayatının bir parçasıydı. Ivy’nin artık okul çağı geldiği için yeni bir kreş aramaktan vazgeçtiler, Ivy bu sayede okula başlamadan önce uzun bir tatil yaptı. Büyükannesi onu özel bir okula yazdırdı Saint Lucas Koleji, torunlarının eğitim masraflarını tabi ki o karşılayacaktı. Kreştense Ivy okulda daha mutluydu, çok daha disiplinliydi, çocukça tavırlar kreşteki gibi hoş karşılanmıyordu. Tabi bütün öğretmenler Ivy’nin durumu hakkında önceden bilgilendirilmişlerdi ve büyükannesi de okula yüklü bir bağış yapmıştı, bu yüzden Ivy’nin diğer öğrencilere kıyasla daha fazla kredisi vardı. Yaptığı yaramazlıklar biraz daha hoş karşılanıyordu ama Ivy de eskisi kadar kötü bir öğrenci değildi. Bir şeyler öğrenmek gerçekten hoşuna gidiyordu ve okulda iyi vakit geçiriyordu. İlk kez Ivy arkadaş ediniyordu, hemen hemen herkesle arası iyiydi ama en samimi dostları Maria ve Scott’tı. Maria eğlenceli ve komik bir kızdı, Scott daha sessiz olandı, genellikle gülümseyerek heyecanla dedikodu yapan Ivy ve Maria’yı dinlerdi. Bazen konuşmanın ortasında girip kızlara kahkahalar attıran yorumlar yapardı. Ivy’nin ilkokul yılları, ilaçlarının annesinin kontrolü altında olmasının da etkisiyle oldukça sakin geçmişti. Gayet başarılı bir öğrenciydi, münazara ve tiyatro kulübüne üyeydi, jimnastik dersleri alıyordu ve tabi ki resim kurslarına gidiyordu. Nadiren de olsa duygu durumunda değişiklikler hissediyordu, manik dönemleri daha kolaydı sadece kendini frenlemeye daha az konuşmaya daha az tepki göstermeye çalışıyordu ama depresif dönemlerin çaresi yoktu bazen yataktan çıkmak istemiyordu neyse ki annesi bu konuda anlayışlıydı, o günü evde geçirmesine izin veriyordu. Depresif dönemlerinde Ivy genelde resimler, çizimler yaparak kafasını dağıtıyordu. Kursların, annesinin ve bu depresif dönemlerin de etkisiyle Ivy kendini sürekli geliştiriyordu. Ivy’nin bir şeyler hissettiği ilk kişi de en yakınındaki Scott’tı, ama çocukça bir şey olduğu için Scott bunu anlayamadan bitmişti. Daha sonra lisedeyken Ivy bunu gülerek anlatmıştı, Scott da “Bir ara o yüzden o kadar garip davranıyordun demek, ben her zaman ki salaklığın sanmıştım” deyip dalga geçmişti. Ivy 6.yılına başladığı dönemde okulda bir değişiklik daha olmuştu, Jack de okula başlamıştı. Aynı kampüsün içindeydiler ama binaları birbirinden farklıydı. Bu yüzden Ivy artık okul gidiş ve dönüşünde arabada babasıyla baş başa değildi. Jack sabahları yarı uyur vaziyette arabaya biniyor ve okula varana kadar uykusunu tamamlıyordu, okul çıkışlarında ise tamamen ayık halde eve varana kadar en küçük detaya kadar okulda yaptıklarını anlatıyordu. Artık Jack de okula başladığı için Veronica evde yalnız kalıyor ve çok sıkılıyordu. Jack’in bebeklik döneminin sonunda bir odaya ihtiyacı olduğu için evdeki atölyesinden de olmuştu. Artık evde boğulur gibi hissediyordu. Hayatında ulaşamadığı her hayali sessiz evin içinde ona musallat oluyordu. Birkaç hafta sonra Hanry’e bir fikirle geldi, bir galeri açmak istiyordu, içinde resim kursları verebileceği bir alanı ve sadece kendine ait bir atölyesi de olsa gerçekten mutlu olurdu… Hanry, Veronica’nın bu fikrini sonuna kadar destekledi ve uygun bir yer için hemen birkaç emlakçı arkadaşını arayacağını söyledi. Bir iki hafta sonra Veronica içine sinen bir yer bulmuştu, bütün tadilatıyla kendi ilgilenmek istediği için açılışı biraz uzadı ama 6 ay sonra açılışını yaptı. Galeri, okula epey yakındı, bu yüzden Ivy okul çıkışında Jack’i alıp galeriye geçiyordu ve annesi işlerini bitirene kadar Jack’in hiçbir şeyi kırıp dökmediğinden emin oluyordu. Jack bir süre sonra okulun junior futbol takımına girmişti, bu yüzden Ivy kursu ya da kulüp işleri yoksa saatlerce futbol sahasının kenarındaki tribünlerde oturup çizim yaparak Jack’i bekliyor, keyifli olduğu zamanlar Jack için tezahürat bile yapıyordu. Ivy, Adam’la da burada tanışmıştı. Adam, okulun futbol takımındaydı ve Ivy’den bir yaş büyüktü. Sarı dalgalı saçları vardı, gülümsediğinde gözleri nerdeyse kayboluyordu. Turnuva maçında sakatlandığı için bir ay boyunca antrenmanlara tribünden katılmak zorundaydı. Ama Ivy tam tersini söylese de bu duruma pek üzülememişti. O bir ay Ivy’nin okulda geçirdiği en iyi zamanlardı, Ivy Jake’in antrenman günlerini iple çeker hale gelmişti. Adam’la oturup uzun uzun sohbet ediyorlardı, Adam bazen onlarla beraber galeriye kadar yürüyordu. Bu süreçte Adam, Ivy’nin ilk aşkı olmuştu ama Ivy bu durumu çok uzun süre kendine saklayacaktı. Ivy yazlarının büyük çoğunluğu okulun yaz kampında geçiriyordu ama maalesef gıcık kuzenleri geldiğinde kamptan ayrılıp aile aktivitelerine katılmak zorundaydı. Neyse ki Jack de kuzenlerinden hiç haz etmiyordu, Jack’le beraber onları rezil edecek planlar yapmak bu zamanları çekilebilir kılan tek şeydi. Lunaparka gittiklerinde, sevgili kuzenlerini “beklenmedik bir arıza” sebebiyle korku tünelinin içinde kilitli tutmak için Ivy bir haftalık harçlığını görevliye vermesi gerekmişti ama verdiği her kuruşa sonuna kadar değmişti. İkizler kurtarıldıklarında yüzleri bembeyazdı ve bir daha lunaparkın önünden bile geçmeye korkacakları bir travmaya neden olmuştu bu olay. Ivy ve Jack bu olayı nerdeyse 10 yıl boyunca birbirlerine hatırlatıp güldüler. Ivy liseye de Saint Lucas’ta devam etti. Arkadaş ortamında hiçbir değişiklik olmamıştı, en yakın arkadaşlarından biri olan Maria dışında. Maria ve ailesi işleri sebebiyle Wisconsin’e taşınmıştı. Ayrılıkları oldukça zor olmuştu, uzun bir süre Maria ailesini büyükanne ve babasıyla kalmak için ikna etmeye çalışsa başarılı olamamıştı. İlk yıllarda iletişimde kalmaya çalışsalar da daha sonra yavaş yavaş koptular. Böylece Ivy ve Scott baş başa kaldılar. Ivy’nin ilk yılı oldukça sakin geçmişti, sanki sadece öğretmenleri ve dersleri değişmişti onun dışında liseye gidiyormuş gibi hissetmiyordu pek. Ivy için en önemli değişikliklerden biri tekrar Adam’la aynı okula gidiyor oluşuydu. Bazen koridorda karşılaştıklarında birbirlerine gülümsüyorlardı ama bunun fazlası pek olmuyordu. Scott, Ivy’nin yıllardır süren bu platonik aşkıyla sürekli dalga geçiyor, bazense gidip konuşması için ikna etmeye çalışıyordu ama gidip ne diyecekti ki. Ivy duygularını kendine saklama konusunda hala ısrarcıydı. Diğer bir önemli değişiklik ise ilaçlarının kontrolü artık tamamen Ivy’deydi. Özellikle bu sorumluluğun altından kalkabileceğini kanıtlamak için daha da dikkat ediyordu ilaçlarına. Okulun son dönemi, futbol takımları okullar arasında bir şampiyonluk kazandığı için ailesi Jake’e bir hediye almaya karar verdi ve Jake’e ne istediğini sorduklarında bir an bile tereddüt etmeden “Köpek istiyorum!!” diye haykırmaya başladı. Ivy de küçükken köpek istemişti ama Jake doğunca artık gerek olmadığını düşünmüştü. Ama ailesi bu kez Jake’in isteğini kabul etti, köpeğin bütün ihtiyaçlarından o sorumlu olacaktı. Hafta sonu barınağa gidip Jake’in bir köpek seçmesini beklediler ama neyse ki seçmesi 3 saniye kadar sürdü. Simsiyah bir yavruya bakar bakmaz resmen aşık olmuştu, yavruların arasında en çelimsiz ve en salak olanı seçmişti. Barınaktaki görevli bile emin misiniz diye 2 kez sormuştu ama Jake kendinden ve yeni dostu Joe’dan son derece emindi. O yaz bütün vakitleri Joe’yla uğraşarak geçiyordu, çünkü eğitilmeyi resmen reddediyordu. Jake asla kıyamadığı için bütün ödül mamalarını önüne döküyordu ve Ivy o yaz evde eğitime ihtiyacı olan tek canlının Joe olmadığını da anlamış oldu. O yaz Joe dışında beklenmedik bi sürpriz daha oldu, çok kötü bir sürpriz. Kuzenlerinin gelmesine 1 hafta kala, cumartesi gecesi, büyükanneleri Mary aniden bayılınca hastaneye kaldırıldı ve beyin kanaması sebebiyle yoğun bakıma alındı. Mary yoğun bakımda 1 hafta kaldı, eşi Paul bir an bile hastaneden ayrılmadı. Ancak bütün çabalara rağmen Mary’nin beyin ölümü gerçekleşti. Bu durum Ivy’nin de Jake’in de ilk kez ölümle yüz yüze gelişiydi. Ivy ne yapacağını bilemiyordu, Jake sürekli ağlıyordu, annesi sürekli ağlıyordu, büyükbabaları çok kötü haldeydi. Ivy ne hissettiğini bilmiyordu, büyükannesini bir daha göremeyecek olmak acı veriyordu ama bu acıyı yaşayacak vakti yoktu. Etrafında ona ihtiyacı olan çok insan vardı. Cenazeden sonra ev insanla dolup taşıyordu, Ivy iyi niyetli cümleler duymaktan, hüzünlü gözler görmekten çok sıkılmıştı ama kardeşi ve annesi için her şeye katlanmaya çalışıyordu. Cenaze olalı 2 hafta olmuştu Hanry’nin ilgilenmesi gereken işler vardı ama Veronica odasından çıkmayı reddediyordu, Jake asla yemek yemiyor, sürekli ağlıyordu. Ve bütün bunlarla uğraşmak zorunda kalan kişi Ivy olmuştu. Hanry’nin iş toplantıları sebebiyle çok geç geleceği akşamların birinde Jake’in ateşi çok yükselmişti, yarı baygın bir vaziyette hem ağlıyor hem sayıklıyordu. Ivy’nin artık üzerindeki baskıyı kaldıracak gücü kalmamıştı. Ivy, bir hışımla annesinin odasına girip, günlerdir altında saklandığı örtüyü çekip “Çık artık şu yataktan” diye bağırmaya başladı. “Annenle beraber anneliğini de mi gömdün? Sana ihtiyacı olan iki çocuğun var ve biri sadece 9 yaşında. Günlerdir yemek bile yemeden sadece ağlıyor, şimdi de içerde 39 derece ateşle sayıklıyor. Ablasını değil annesini sayıklıyor çünkü bana değil sana ihtiyacı var. Eğer niyetin annenin arkasından mezara girmekse, elini çabuk tut hazır başlamışken senin acını da aradan çıkartalım.” Ivy odanın kapısını çarpıp çıktı. Sözleri ağırdı evet ama 15 yaşında bir çocuk için yaşadıkları da ağırdı. Veronica 10 dakika kadar sonra giyinip Jake’i kontrol etmeye geldi, Ivy abartmamıştı Jake gerçekten iyi değildi. Veronica, Ivy’den cüzdanını ve arabanın anahtarını bulmasını istedi ama konuşurken yüzüne bakmıyordu. Arabaya taşımak için oğlunu kucağına aldığında, Jake’in hafiflediğini hissetmişti bu içini daha da acıttı. Hastaneye gittiklerinde, Jake’i bir odaya alıp serum taktılar, test sonuçlarının çıkması biraz vakit alacaktı. Ivy koridorda otururken, Veronica yanına oturdu ve Ivy’i kendine çekerek sıkıca sarılıp defalarca özür diledi. Ivy büyükannesi öldüğünden beri ilk kez annesine sarılırken ağladı. O günden sonra artık bir şeyler yoluna girmeye başlamıştı. Yavaş yavaş eski düzenlerine dönüyorlardı. Annelerinin ilgisi Jake’e de Ivy’ye de iyi gelmişti, çocuklarıyla ilgilenmek Veronica’ya da iyi geliyor gibi görünüyordu. Okulun başlamasına da kısa süre kalmış, okul kulüpleri aktif hale gelmeye başlamıştı. Jake her gün futbol antrenmanına gidiyor, Ivy ise vaktinin çoğunu kurslarda ya da Scott’la beraber geçiriyordu. Yazın sonuna doğru hayatları nerdeyse eski haline dönmüştü. Ivy bir akşam kurstan eve geldiğinde beklemediği bir sürprizle karşılaştı, babası şirkete yeni bir iş bağlamıştı ve imzayı kutlamak için eve yeni iş arkadaşını ve ailesini davet etmişti. Ivy, Adam’ı yemek masasında otururken gördüğünde bir süre olduğu yerde donup kalmıştı. Hanry, Ivy’i yeni arkadaşlarına tanıtırken, Adam ve Jake’in okul takımı hakkındaki derin sohbetlerini de bölmüş oldu. Ivy’nin utangaçlığı bir süre sonra geçti. O günden sonra babalarının iş ortaklığı sebebiyle aileleri sık sık bir araya gelmeye başlamıştı ve artık anneleri de yakın arkadaştı. Bu yüzden Adam ve Ivy beraber vakit geçirmeye başlamıştı. Jake de Adam’a bayılıyordu, resmen onu hep arayıp bulamadığı abisi gibi görmeye başlamıştı, Ivy bu sevgiye gıcık olsa da iyi anlaşmaları hoşuna gidiyordu. Adam bir süre sonra ailesi olmadan da onların evine gelmeye başlamıştı, hep beraber film ya da oyun geceleri düzenliyorlardı. Ivy bir süre sonra bu gecelere Scott’ı da davet etmeye başladı ama Adam bu durumdan biraz rahatsızdı. Çünkü Scott ve Ivy birbirlerini çok uzun zamandır tanıyorlardı ve kendi aralarında kimsenin anlamadığı şakalara uzun uzun kahkahalar atıyorlardı. Bazense Scott, Ivy’e Adam’a olan platonik aşkı üzerinden imalarda bulunuyordu ve kendi aralarında fısıldaşıp, ara ara birbirlerine kaçamak bakışlar atıyorlardı. Adam genellikle okul çıkışlarında Ivy’le beraber galeriye kadar yürürdü, çünkü annesi de haftanın çoğunu orada geçiriyordu. Bir süre sonra Adam ortadan kaybolmaya, film gecelerini iptal etmeye başladı. Ivy’nin içi içini yiyordu, bir anda ne olmuş olabilirdi ki? Ivy okul çıkışında Adam’ı bekleyip, galeriye yürümeyi teklif etti, Adam bir bahane bulmaya çalışırken “Lütfen!” dedi ama bu bir rica değildi. Yolda yürürken Ivy “Sorun ne?” diye sordu, Adam anlamamış gibi davranıyordu, Ivy açıkladığında ise “Okul falan yoğunum sadece…” gibi bir şeyler geveledi ama bu Ivy’i sinirlendirmişti “Tekrar dene, bence daha iyisini yapabilirsin Adam.” Ivy’nin tavrı da Adam’ı sinirlendirmiş olacak ki aniden “Beni salak mı sanıyorsun Ivy?” diye çıkıştı. “Scott’la aranızdaki muhabbeti anlamıyor muyum?” Ivy bu cümleleri duyunca başından kaynar sular döküldü. Kuş olsa uçardı, bari deve kuşu olsaydı kafasını kuma gömerdi ama orada durup gözlerini kaçırmak dışında yapabileceği bir şey yoktu. “Ne, nasıl yani, muhabbet ne muhabbeti, kim…” Ivy giderek bocalıyordu. Adam da en az Ivy kadar konuşmadan rahatsız görünüyordu, “Boşver Ivy, ben sadece duygularım karşılıklı sanmıştım.” dedi ve Ivy’i beklemeden yürümeye devam etti. Ivy kafasında parçaları birleştirmekte zorlanıyordu, “Scott’la aralarındaki muhabbeti anlamış ve duyguları varmış karşılıklı sanmış ama değil miymiş? Hangi duygular, arkadaşı olarak gördüğü için benim ondan hoşlandığımı anlayıp ona mı sinirlenmiş?”. Ivy kafasında soru işaretleriyle Scott’ların evine kadar yürüdü, Scott’ın annesine dalgın bir selam verip kapıyı bile çalmadan Scott’ın odasına dalıp kendini sırt üstü Scott’ın yatağına attı. Scott o sırada masada oturmuş bilgisayarda bir şeyler bakarken Ivy’nin içeri girmesiyle irkilip oda boyunca ilerlemesini sessizce izlemişti. Bir süre sonra sessizliği bozmak için “Yine mi biri öldü Ivy?” dedi sesi oldukça keyifli geliyordu, “Evet” dedi Ivy, “Yarım saat kadar önce utançtan öldüm.”. Ivy tavana bakarak Adam’la arasında geçen konuşmayı Scott’a anlattı. Sonra birden doğrulup Scott’a bakarak “Ne demek şimdi bu?” dedi ama Scott’ın yüzünde bir gülümseme vardı. “Bu işlerden hiç anlamıyorsun dimi Ivy?” dedi Scott belli ki bir süre dalga geçecekti. “Kızım senden hoşlanıyormuş ve bizi sevgili sanmış işte salak mısın?” Ivy bir süre benden mi hoşlanıyormuş diye düşünerek aptal aptal gülümsedi, sonra da cümlenin ikinci kısmı aklına gelince birden gülümsemesi silindi. “Ne olacak şimdi?” diye birden ayağa fırladı, “Bilmem” diye omuz silkti Scott ama yüzünde hala aynı gülümseme vardı. Ivy’nin yüzündeki ifadeyi görünce daha fazla kıyamadı ve “Tamam ben halledicem” dedi. Gerçekten de halletti ertesi gün okulda gidip Adam’la konuşmuştu, aynı gün Adam Ivy’nin yanına geldiğinde yüzünden mahcup bir ifade vardı. Uzun uzun konuştular ve o gün Ivy’nin ilk kez sevgilisi olmuştu, ilişkileri yaklaşık 8 ay sürdü. Ivy, Adam yüzünden üst sınıflarla takılmak zorunda kalmıştı ve hepsi çok zorba gıcık tiplerdi. Scott’la eskisi kadar vakit geçiremiyordu, geçirebildiği kısıtlı zamanda da Adam bunu problem haline getiriyordu. Ivy’ni katlanamadığı bir sürü şey vardı bu yüzden bir gün aniden ayrılmak istediğini söyledi ve kendini çok rahatlamış hissetti. Aşk iğrenç bir şeydi. Adam’dan ayrılması Ivy’i rahatlatmıştı ama sorunları bitmiş değildi. Üst sınıfların zorbalığının yeni hedefi Adam’dan ayrıldığı için Ivy olmuştu bu kez. Ivy artık okuldan nefret etmeye başlamıştı, her gün dolabında iğrenç çizimler yapıştırılıyor bazense kilidi kırılmış bütün kitapları etrafa saçılmış halde buluyordu, sürekli yanından geçerken Ivy’e gülüyorlardı. Sınıf arkadaşları da üst sınıfların gazabından kaçınmak için Ivy’den uzak duruyordu. Yanında sadece Scott kalmıştı ama o da yavaş yavaş uzaklaşıyor gibiydi. Ivy’nin kendini en yalnız hissettiği dönem buydu, ya da o sıra öyle sanıyordu. Bütün düzeni bozulmuştu ve ilaçlarını da bir noktada kullanmayı bıraktı, sanki ilaçlar onu daha kötü hale getiriyordu. Ama bu Ivy için pek akıllıca değildi, depresif döneminin üstüne akran zorbalığı da eklenince Ivy iyice dibe batmıştı. Sık sık ölümü düşünür hale gelmişti. Düşünmesi sadece kendine zarar veriyordu ama konuşmak çok daha büyük bir hataydı. Bu hatayı yaptığında Riverside’a yaz sıcakları iyice çökmüştü, sıcaktan nefes bile alınmıyordu. Ivy o yaz, okul kampına gidebilecek durumda değildi, ne yazık ki onun gibi düşünen bir diğer kişi de Scott’tı. Aileleri kendi işleriyle meşgul olduğu için onların ne yaptıklarına pek takılmıyordu, ikisi de çocukluk arkadaşı olduğu için eve geç saatlerde dönmeleri sorun değildi. Akşamları zaten genelde birbirlerinin evinde geçiriyorlardı. O yaz Scott her zamankinden çok daha sessizdi ama Ivy kendi çöküşü yüzünden bunu fark etmedi. Bir temmuz gecesi Scott’ların arka bahçesindeki eski ağaç evde uzanmış boş boş konuşuyorlardı, çok yüksek olduğu için Ivy bu ağaç evde oturmaktan pek hoşlanmazdı. Ivy konuşma sırasında en karamsar çizimlerinden birini yapıyordu, depresif dönemlerinde kafasını boşaltmasının tek yolu buydu. Aklındaki en karanlık düşünce ise ölümdü. Scott, Ivy’nin çizimine ufak bir göz attıktan sonra ona bunu yaptıran düşünceleri merak etti. Ivy, Scott’ın onu yargılamayacağını biliyordu ve bu yüzden bütün içini döktü. Ölüm fikrinin ne kadar mantıklı geldiğinden bahsetti, her şeyin ne kadar anlamsız ve boş bir çaba gibi hissettirdiğinden. Scott söylediği her şeyi deli saçması olarak görüyor ve her düşüncesini çürütecek bir soru arıyordu ama Ivy’nin her biri için cevabı vardı. Ivy, uzun uzun anlattı; yaşamaktan keyif aldığı zamanları hatırlıyordu, uzun kahkahalar attığı zamanları… Ama şimdi içinde hissettiği tek şey büyük bir boşluktu, hayatın kendisi katlanılmaz bir yüktü. Bunun bir süreç olduğunun farkındaydı, yine uzun kahkahalar atacağı zamanlar gelecekti ama ne kadar süre için? Çünkü bu karanlık da geri gelecekti ve sanki her seferinde daha güçlü geri dönüyordu, dönüp içindeki her anı, anıyı, her nefesi, her düşünceyi tüketiyordu. Ve içinde savaşması gerektiğini söyleyen parçası her seferinde biraz daha zayıflıyordu. Ne için savaştığını bile bilmiyordu. Yaşamak bu kadar çabaya değecek miydi? Arkasından insanlar üzülecekti evet ama ölüm tek kişilik bir yolculuktu, ölümü seçmenin bencilce olduğunu düşünen insanların daha bencil olduğunu düşünüyordu. Kimse başkasının huzuru, mutluluğu bozulmasın diye istemediği bir hayatı yaşamak zorunda olmamalıydı. Yolun sonu her halükârda belliydi ve yol inişli çıkışlıydı, derin üzüntüler ve büyük mutluluklar, artılar ve eksiler, hepsinden vaz geçip kestirmeden sona varmanın olumlu ya da olumsuz bir yanı yoktu. “Ölüme gerçekten bu kadar yakınsan, yükseklikten niye bu kadar korkuyorsun, nolur ki en fazla ölürsün” dedi Scott, yüzünde zaferle beraber açıklama bekler gibi de bir ifade vardı. “Korktuğum yükseklik değil ki.” Dedi Ivy, “Hani yüksek bir yerde durduğundan kafanda aniden bir atlama fikri oluşur ya herkes de olur, ben bu fikrin beni gafil avlamasından korkuyorum. Karşı koyacak gücü bulamamaktan.” Konuşmanın sonunda uzun bir sessizlik oldu. Ivy garip havayı dağıtmak ve Scott’ın kendisi için daha fazla endişelenmesini engellemek için “Ama bunun gibi iğrenç sıcak bir günde ölmek de istemem, serin yağmurlu günler kesinlikle ölmek için daha uygun” dedi ve yüzüne sahte bir gülümseme takındı. Artık yaz sona ermişti ve okul başlamıştı, yaz sıcaklarıyla beraber Ivy’nin karamsar ruh hali de geride kalıyordu. Psikolog seansları artmıştı ve ilaçlarına tekrar başlamıştı. Bu lisenin son yılıydı ve o da bütün sınıf arkadaşları gibi SAT’ler için derslerine gömülmüş durumdaydı. Büyükannesi tarafından üzerinde sürekli bir hukuk okuma baskısı vardı ama annesi ve babası Ivy’i dilediği seçimi yapması konusunda destekliyordu. Annesi özellikle gerçekleştiremediği bütün hayallerini Ivy gerçekleştirsin istiyordu. Ivy hayalleri için SAT’ler dışında bir de yetenek sınavlarına hazırlanıyordu, bu yüzden kafasını kaşıyacak vakti yoktu. Kasım, yağmurlarıyla beraber yanında büyük bir pişmanlık da getiriyordu Ivy için. Kasımın 18’iydi ve dışarıda büyük bir fırtına vardı. Ivy bütün sınavlar ve diğer her şey için çok stresliydi, öğlen olana kadar 3 kez Jake’i odasından kovması gerekmişti. Jake sıkıntıdan ölüyordu ve gelip gelip bir şeyler yapmak için Ivy’i ikna etmeye çalışıyordu. Öğleden sonra birlikte Joe’yu yürüyüşe çıkarma sözüyle ancak Jake’ten kurtulabilmişti. Saat 3 gibi Scott’tan bir mesaj geldi, “Gerçekten ölmek için uygun bir gün.” Ivy’nin, ne demek istediğini anlaması birkaç dakika sürdü. Yazın yaptıkları konuşmayı nerdeyse unutmuştu. Mesajı okuduğunda güldü, “Bunca yıl sonra benimle dalga geçmenin seni hala eğlendirmesi ne hoş. Bir iki saat sonra Joe’yu yürüyüşe çıkartacağız, bizimle gelsenee??” Ivy kitaplarına geri gömüldü, bir saat kadar sonra Jake’in ve Joe’nun birbirleri ile uyumlu yağmurluklarıyla kapısında belirmesiyle kafasını kaldırabilmişti. Joe’nun yağmurluktan kurtulma çabasına gülerken botlarını ve kendi yağmurluğunu giydi. Evden çıkmadan önce telefonuna tekrar baktı, Scott’tan cevap gelmemişti. Kapıyı kilitlerken bir yandan Scott’ı aradı ama Scott telefonu açmadı. Birkaç sokak yürüdüler, kafasının üstünde karanlık bir bulut da onu takip ediyordu, Jake ve Joe’nun saçma hareketlerine bile gülemiyordu. Tekrar Scott’ı aramaya başladı ama hala aramaları cevapsız kalıyordu. Ivy evin anahtarını çıkarıp Jake’e verdi ve hemen eve dönmesini söyledi, Jake şikayet etmek için bir şeyler söyledi ama Ivy duymuyordu bile. Scott’ların evine doğru koşmaya başladı, neden bu kadar endişelendiğini bilmiyordu ama Scott’ın bu tavrı normal değildi. Verandaya vardığında yağmurdan sırılsıklam olmuştu, defalarca zili çaldı, kapıyı yumrukladı, gidip ağaç evi bile kontrol etti, bu yağmurda hiçbir manyak ağaç evde oturmazdı ama Ivy sadece aklına ilk geleni yapıyordu. Sonra birden saksının altındaki anahtarı hatırladı, çocukluklarından beri anahtar hep ordaydı. Anahtarı alıp kapıyı açtı ve içeri koştu defalarca Scott’a seslendi. Üst kata çıktığında Ivy’nin üzerinden düşen damlalar, banyo kapısının altından sızan suya karışıyordu. Su halıyı kırmızıya boyamıştı, Ivy defalarca “Lütfen” dedi içinden, “Lütfen başka bir açıklaması olsun” kapıyı yavaşça açtı, “Lütfen bunu yapmış olma” her adımıyla lütfenler çoğaldı içinde. İçeri girdiğinde Scott küvetin içinde yatıyordu üzerinde en sevdiği mavi Starwars’lu sweatshirtü vardı, musluk hala açıktı, su kanla karışıp küvetin kenarlarından aşağı dökülüyordu. Ivy kendine geldiğinde verandada merdivenlerde oturuyordu, “Benim suçum” diye tekrarlıyordu sürekli. Omuzlarında bir battaniye ve kulaklarında büyük bir uğultu vardı, bir adam gözlerine cep feneriyle ışık tutuyordu. Gelen ışıkla beraber son bir saatte yaşadıkları fotoğraf kareleri gibi canlandı gözünde. Scott’ı güçlükle küvetten çıkarmıştı, kollarına havluyla bastırıyor bir yandan “Lütfen ölme” diye ağlıyordu, bir ara telefonunu da çıkarmıştı, ambulansı nasıl aradı ne söyledi hatırlamıyordu. Birkaç kişinin onu banyodan zorla çıkardığını hatırlıyordu ama arada ne kadar zaman olduğunu bilmiyordu. Ivy o uğultu arasında kendi adını duydu, sese doğru kafasını çevirdiğinde kalabalığı aşmaya çalışan annesini gördü. Etrafta birkaç polis aracı, iki ambulans ve bir sürü meraklı komşu vardı. Annesi koşarak geldi ve sağlık görevlisini itip Ivy’e sıkıca sarıldı. Ivy çok tepkisizdi, annesine de birkaç kez “Benim suçum” diye tekrarladı, annesi anlam vermeye çalışırken, sağlık görevlisi Ivy’nin şokta olduğu konusunda uyardı. Ivy o sırada evden gelen sesle aniden irkildi, Scott’ın annesi içerde ağlıyordu. Ivy ne zaman geldiklerini hatırlamıyordu ama ağlamasını ilk kez fark etmesine şaşırdı. Çünkü fark edilmeyecek bir ses değildi, Ivy o günü düşündüğünde o ağlama hala kulaklarını çınlatıyordu. Birkaç saniye sonra sesin bu kadar yükselmesinin sebebi de göründü, Veronica Ivy’i merdivenlerden kaldırmıştı ve sırtı eve dönük olacak şekilde sıkıca sarılıyordu, kalabalıktan yükselen sesle beraber Ivy kafasını çevirip ne olduğunu görmeye çalıştı ama annesi engel olmaya çalışıyordu. Annesinin çabalarına rağmen Ivy, iki sağlık görevlisinin ambulansa bir ceset torbası taşıdığını gördü. Ivy’nin kulağından bütün sesler silinmişti, annesinin kollarından kurtulmaya çalışıyordu, deli gibi ağlıyor bir yandan da yalvarıyordu. Ama kendi sesini bile duymuyordu. Sağlık görevlileri Ivy’e güçlü bir sakinleştirici yaptı, yaşadıkları tekrar fotoğraf karelerine dönüştü. Bir ara babasını görmüştü, arabanın arka koltuğunda annesi ona sarılmış oturuyordu, annesi üzerindeki ıslak kanlı kıyafetleri çıkarırken odasının duvarları canlanıyordu gözünde, yatağında uzanıyordu, birkaç kez Jake’i kapıdan ona bakarken görmüştü galiba… Ertesi gün uyandığında gözleri ağlamaktan şişmişti ve sesi bağırmaktan kısılmıştı. O birkaç hafta Ivy ruh gibi süzülüyordu, annesi doktorun tavsiyesiyle ilaçlarının dozunu arttırmıştı. Ruh gibi en yakın arkadaşının cenazesine gitmişti, birkaç kez yemek yemişti, bir sürü psikolog seansına katılmıştı. Ivy’nin kedine gelmesi epey vakit aldı. Ivy’nin günleri anti-intihar seminerleri gibi geçiyordu, okula gittiğinde öğretmenler sınıfa, intiharın bir çözüm olmadığından falan bahsediyordu sürekli, okuldan çıkıp psikoloğa gittiğinde aynı konuşmalar… Okul duvarları bile “Yardıma mı ihtiyacın var?”, “Yalnız değilsin” gibi posterlerle doluydu. Ivy’nin hayatı kocaman bir kamu spotuna dönüşmüştü. Ivy aylar sonra ilk kez psikolog seansında bu konuda sorulan bir soruya cevap vermişti. Psikolog bundan güç almış olacak ki, ailesinin uzun zamandır merak ettiği soruyu Ivy’e yöneltti, annesi o gün defalarca benim suçum dediğini psikoloğa anlatmıştı, o da şimdi neden böyle düşündüğünü sormak için uygun bir zaman olduğunu düşünmüştü. Ivy cevabı çok iyi biliyordu ama söyleyemedi, “Mesajını ciddiye almadım” dedi, evet bu yüzden de suçluydu ama asıl suçu bu değildi, nasıl “En yakın arkadaşımı, intiharın mantıklı bir seçenek olduğuna ikna ettim.” diyecekti ki? Bunu kimseye söyleyemezdi, kendine bile söyleyemiyordu daha. Bir daha asla ölüm hakkında konuşmadı. Ivy’nin SAT’ sonuçları ortalamanın altındaydı, neyse ki yetenek sınavlarında o kadar kötü değildi. Olabildiğince buradan ve kendinden uzaklaşmak istiyordu. Nyu’da(New York Üniversitesi) güzel sanatlara kabul edildi. Hayalleri gerçek olmuştu ama o hayalleri kuranla aynı kişi değildi artık. Üniversite yurduna yerleşti, oda arkadaşı Jennie sosyoloji okuyordu ve onun da dahil olduğu 6-7 kişilik bir arkadaş grupları vardı. Ivy’nin ilk iki yılı çok zor geçti, kendini toparlaması vakit aldı. Arkadaş grubunun da pek faydası yoktu. Ivy onlarla alkol ve uyuşturucu kullanıyordu, düzenli kullandığı ilaçlarla beraber bu büyük bir hataydı. Bipolar döngüleri daha sık yaşanır hale gelmişti. İnsanlarla güçlü bağlar kurmakta zorlanıyordu, arkadaş grubunda ara sıra takıldığı ama sevgili de diyemeyeceği biri vardı, Pete. İlişkileri çok toksikti, sürekli tartışıyorlardı ama ikisi de birbirini hiç umursamıyordu. Birkaç gün sonra tekrar barışıyorlardı, Ivy’nin yanında bile Pete başka kızlara asılmaya devam ediyordu ama Ivy buna sadece gülüyordu. O da bazen başkalarıyla takılıyordu ama en azından bunu Pete’in gözüne sokmuyordu. İkisi de aralarındaki ilişkiyi böyle kabul etmişti. Ivy 2.yılın sonunda finallere çalışırken kütüphanede Demien’la tanıştı. Demien 3. Sınıf edebiyat öğrencisiydi ve onun da ailesi Kaliforniya’da yaşıyordu. Tatlı, komik ve düşünceli biriydi. Ivy o yaz ailesinin yanına döndüğünde sık sık Demien’la görüşüyordu kısa bir süre sonra da sevgili oldular. Bu ablasıyla vakit geçirebilmek için aylardır bekleyen Jake’in pek hoşuna gitmemişti. Demien, Ivy’nin ilk düzenli ilişkisiydi ve Ivy’nin hayatına da düzen getirmişti. Ivy çok daha sağlıklı yaşıyordu, uyuşturucu kullanmıyor ilaçlarını düzenli alıyordu. Ivy için hayatı normale dönüyordu ve bu hissi özlemişti. Ortalaması giderek yükseliyordu, bu kadar düzenli yaşamaya başlayınca bir sürü vakti de artmaya başladı. Bu yüzden Demien’ın bir arkadaşının dövmecisinde part-time çalışmaya başladı. Dövmedi stüdyosu kampüse epey yakındı. Birkaç ay sonra Ivy ve Demien, kampüse çok yakın bir daire kiralayıp beraber yaşamaya başladı. Demien’ın son yılıydı ama mezun olduktan sonra New York’ta kalıp bir gazetede staj yapmaya başlayacaktı, o yüzden ev fikri gayet mantıklıydı. Noel gibi kısa tatillerde Jake de gelip birkaç gün onlarla kalıyordu. Jake’in SAT sınavları yaklaştığı için anne ve babası üzerindeki baskıyı arttırmıştı, o yüzden New York onun için iyi bir kaçıştı. Ivy de bu durumdan hiç şikayetçi değildi, dünyada vakit geçirmekten en çok keyif aldığı kişi Jake’ti. O geldiği zamanlar New York daha az yorucu bir şehir oluyordu. Ivy bu kadar büyük bir şehirde yaşamaya alışık olmadığı için kendini hep yabancı gibi hissetti, üniversitede geçirdiği yıllar bile bu şehre uyum sağlamasına yardımcı olmamıştı. Bunca kalabalık ve sürekli koşuşturma onu usandırıyordu. Ivy, mezun olduktan bir iki ay sonra sürekli gittiği sanat galerisinde çalışmaya başladı. Galeri Central Park’ın batı yakasındaydı bu yüzden ev sahipliği yaptığı davetler, sanatı vergi indirimi olarak gören bir sürü zevksiz zenginle dolup taşıyordu. Asla anlamadıkları eserlere bakıp saçma sapan anlamlar çıkarmaları başlarda Ivy’i eğlendirse de, rutin haline geldikten sonra onun için çekilmez bir hal almıştı. Çalışma saatlerinin belirsizliği ve yoğunluğu sebebiyle Ivy ve Demien’ın da arası bozulmaya başlamıştı, Ivy’nin bir ilişki için enerjisi kalmamıştı. Birkaç aylık sallantının ardından ilişkileri bitti ve Ivy Brooklyn’de bir stüdyo daireye taşındı. Yaklaşık 6 ay kadar aynı galeride çalışmaya devam etti. Galeri yöneticisinin, zengin müşterin kadın çalışanlara karşı olan tacize varan davranışlarına sessiz kaldığına şahit olduktan sonra iş yerinden istifa etti. Bir süre dinlenmek ve şehrin koşuşturmasından uzaklaşmak için ailesinin yanına Riverside’a döndü. Burada Jake için sınav koşuşturması başlamıştı, bu yıl liseden mezun olacaktı. Ivy birkaç ay Jake’e ders çalıştırıp, bütün vaktini onunla beraber geçirdi. Ivy ne yapmak istediğini bilmiyordu ama New York’a dönmek istemediğine emindi. İmdadına Jack koştu, çünkü gideceği üniversite Los Santos’daydı. Ivy’nin de onunla gelmesi için çok ısrar etti, gidip bir yerlerde sıfırdan başlayacaksa neden LS olmasındı, en azından beraber olurlardı. Jake’in tek başına farklı bir şehirde olması aileyi çok korkuttuğu için bu fikri desteklediler. Ivy başlarda çok emin olamasa da daha sonra ikna oldu. Okulların açılmasından bir ay öncesine bilet aldılar. Daha erken gidip okul başlamadan düzenlerini oturtmak istedi Ivy. O olsa üniversiteye giderken yanında bir abi abla götürmek istemezdi ama Jake bunu sorun olarak görmüyor aksine çok istiyordu. Ivy kabul etse bile Jake için çok kıymetli olacak bu yıllarda onun için bir engel teşkil etmekten korkuyordu. Ama aralarındaki ilişki sırandan bir abla kardeşten çok daha farklı olduğu için dengeyi ayarlayabileceklerine dair umutluydu. Temmuzun sonunda Los Santos’a doğru yola çıktılar.